Mehmet Özay 19 Mayıs 2015
Aralarında sözde İslam ülkeleri sıfatıyla da anılanların da bulunduğu Güneydoğu Asya ülkeleri başta olmak üzere, tüm dünya Arakan sorunuyla bir kez daha karşı karşıya. Bu noktada, Güneydoğu Asya’nın “Kaybolmaya yüz tutmuş” halkı Arakanlılar bir kez daha okyanusda ve bir kez daha Açe sahillerinde. BM ve IOM gibi uluslararası kuruluşların tespitlerine göre teknelerle denize açılan Arakanlıların sayısının toplam sekiz bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Son bir haftadır yaşananların ardından binlerce Arakanlı hala okyanusda yaşam mücadelesi verirken, doğu ve kuzey Açe sahillerine çıkabilen yaklaşık bin iki yüz Arakanlı Açelilerin ‘misafiri’ olmaya devam ediyor. Bu teknelerden bir bölümünün Açe’ye ulaşması öncesinde, Tayland-Malezya ve Endonezya resmi makamlarının güvenlik/egemenlik/insan kaçakçılarına ders verme vb. bağlamdaki söylemleriyle “teknelerin sahillerine yanaşmalarına izin vermemeleri/vermeyecekleri yönündeki açıklamaları” akıllara durgunluk verecek nitelikte.
Aralarında Malezya ve Endonezya gibi halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan ve devlet yönetimlerini elinde tutan siyasi oluşumların da bu çoğunluk kitlenin temsilcisi ve sözde İslam toplumlarını temsil ettiği var sayılan İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye olmaları ile adına D-8 denilen yapı içinde yer almaları gibi özellikler bu noktada hiçbir anlam ifade etmiyor. “Budist bir yönetim, cunta rejimi hakim vs. savlarıyla Tayland’ı biliyoruz” diyenlerin ise, Malezya ve Endonezya siyasi yönetimlerinin Arakanlılarla ilgili duruşlarını anlamlandırabilmeleri mümkün değil.
Öte yandan, Arakanlı Müslümanlar konusunda bölgede ve küresel medyanın bir bölümünde iki bağlamda ele alınmaya devam ediyor. İlki, Malezya-Tayland ve Endonezya’nın binlerce Arakanlıyı sınırlarına kabul etmemesi; ikincisi ise Açeli balıkçıların kendi inisiyatifleriyle bir grup Arakanlının karaya çıkmasına yardımcı olmaları. Arakanlıların konu olduğu ve bir kez daha tanık olunan insanlık dramında nasıl bir politika izleneceği noktasında ilgili ülke hükümetleri ve de kamuoylarında çelişkiler giderek artıyor.
Bu çelişkilerin başında hiç kuşku yok ki, Arakanlıları sınırlarında istemediğini fiili ve de yetkililerin beyanatından gündeme getiren Endonezya Cumhuriyeti merkezi yönetimi ile ülkenin ‘özerk’ eyaletlerinden biri olan Açe’de balıkçıların, yerel yönetim çevreleri ve de halkın Arakanlılara yönelik yaklaşımdaki farklılık dikkat çekiyor. Bu noktada merkez ile çevrenin ‘insan hakları’ algısında büyük fark ortaya çıktığını gözlemliyoruz. Merkezi temsil makamında olan Endonezya Ordusu Sözcüleri yaptıkları açıklamalarda “ordunun ülkenin deniz sınırlarını korumakla olduğunu” ve bu noktada emir tonunda “Açeli balıkçılar sınır bölgelerinde herhangi bir kişi veya gruba yardım edemezler” açıklaması akıllara durgunluk verecek nitelikteydi. Daha da vahimi, bu açıklamalara şu ana kadar ne devlet başkanı Joko Widodo’dan ne de 2012 Haziran’ında Myanmar’ın Rakhine Eyaleti’nde Arakanlılara yönelik şiddet olaylarının ardından ardından birtakım uluslararası delegasyonların Myanmar hükümeti nezdindeki girişimlerinde ‘kilit’ rol oynayan ve bugün devlet başkan yardımcısı konumundaki Yusuf Kalla’dan çıt yok.
Burada meseleyi anlaşılır kılacak şekilde kısa bir açıklama yapalım. Açe’de toplumsal yaşamın neredeyse tüm alanlarında olduğu gibi balıkçıların da tabi oldukları geleneksel değerler var. Buna göre, “denizde yardıma ihtiyacı olan her kim olursa yardım edilmesi” ilkesini hayata geçiren Açeli balıkçılarla, merkezi yönetimin ve de onun temsilcilerinin ‘insana bakışı’ arasında büyük fark olduğunu gösteriyor. Bu noktada şunu hatırlatmakta fayda var ki, bugünlerde yaşananlar, Açelilerin Arakanlılara yönelik ilk ‘empatisi’ ve de ‘yardımı’ değil. Arakanlıları taşıyan tekneler Açe sahillerine yakın geçmişte, 2008 Aralık ve 2009 Şubat aylarında Weh Adası Sabang limanı ile Kuzey Açe’de İdi Rayeuk’a çıkmış ve Açeliler bu mazlum insanlardan ilgi ve alâkalarını o zaman da esirgememişlerdi. Açeliler tarihi sorumluluklarını nasıl dün yerine getirdilerse, bugün de aynı şekilde insan onur ve haysiyetine değer verdiklerini tüm dünyaya açıkça gösteriyorlar.
Malezya-Tayland ve Endonezya hükümetlerinin Andaman Denizi, Hint Okyanusu ve Malaka Boğazı’nda teknelerle sığınabilecekleri ‘emin’ bir bölge arayan ve sayılarının sekiz bin civarında olduğu ileri sürülen Arakanlı Müslümanlara reva gördükleri yaklaşım hiçbir şekilde kabul edilemez. Söz konusu ülke yetkililerinin güvenlik/insan kaçakçıları gibi sözde nedenleri ileri sürmelerinin de hiçbir mantıklı yönü bulunmuyor. 2012’den bu yana kaleme aldığımız yazılarda ileri sürdüğümüz üzere, Arakanlı Müslümanların insan tacirlerinin/kaçakçılarının eline düşmesinin an meselesi olduğuna değinmiş ve zaman zaman bu yöndeki gelişmelere dikkat çekmiştik.
Çok daha daha geçen Nisan ayı sonlarında Malezya’nın önde gelen gazetelerinden ‘The Malay Mail’, Tayland-Malezya sınırında Kedah Eyaleti’ndeki gözetleme kuleleri ve hattının nasıl “içler acısı” bir durumda olduğunu kamuoyuyla paylaşmıştı. Ve daha birkaç gün önce Tayland makamları ülkenin güneyinde Malezya sınırına komşu Satun Eyaleti’nde insan tacirleri/kaçakçıları olduğunu belirtikleri ve aralarında üst düzey yetkililerin de olduğu otuz memuru tutukladıkları haberi gündeme gelmişti. Başta Malezya ve Endonezya olmak üzere bölge ülke yönetimleri, insan kaçakçılarıyla “nasıl mücadele edeceklerini” aslında çok iyi biliyorlar...
Bununla birlikte, insan iş gücü piyasasının oldukça rekabetçi olduğu bir ortamda bu ülkelerin şu veya bu kurumdaki yetkililerin konumlarının da yakinen irdelenmesi gerekir. Dr. Mahathir Muhammed’in “Arakan Müslümanları sorununu Malezya’nın tek başına çözemeyeceği” yönündeki açıklaması elbetteki doğru. Zaten kimse de Malezya’dan böyle bir ‘mucize’ beklemiyor. Sorunun temelinde Myanmar yönetiminin Arakanlı Müslüman grubu etnik bir yapı olarak görmemesi vb. siyasi problem olduğu vaki. Ancak burada Malezya-Endonezya’nın 1)ASEAN’ın iki önemli ülkesi olması; 2)çoğunluğu teşkil eden Müslüman halk başta olmak üzere halkların kahir ekseriyetinin mazlum Arakanlılara yardım edilmesi yönündeki düşüncesi; 3)Birleşmiş Milletler tarafından kaleme alınmış en önemli insan hakları/mülteciler vb. sözleşmelere henüz imza atmadıkları gibi hususiyetler dikkate alındığında önemli bir sorumluluk taşıdıkları görülür. Ve bu sorumluluktan da kaçmaları mümkün değildir.
Bu çerçevede, öncelikle, ASEAN Sözleşmesi’ndeki doğrudan insan haklarını mevzuları da kapsayacak sorunlar karşısında “iç işlerine karışmama” ilkesini öne sürerek, her kim ve ne gerekçeyle yapılırsa yapılsın zulümlere ortak olunmasının artık önü alınmalıdır. Paranın, metaın serbestçe dolaşıma açık olduğu; bu anlamda ticari rekabeti engellemeye, yatırımı kösteklemeye yönelik politikalara nasıl müdahale edilebiliyorsa, 21. yüzyılda çok temel haklar dolayımındaki zulümlere de hiç bir ülkenin ve halkın göz yumması mümkün değildir. Kaldı ki, bu yıl ASEAN dönem başkanlığını yürüten Malezya’nın başbakanı Necib bin Razak geçen yılın ortalarından itibaren “İnsan merkezli ASEAN” söylemini dillendirmesine rağmen, popülizmin ötesine geçerek, dişe dokunur bir adım atılamamış olması, bırakın öteki ülkeleri Malezya siyasi çevreleri ve kamuoyunda dahi büyük eleştiri konusu olmaktadır. Bu noktada, yarın Kuala Lumpur’da Malezya-Endonezya ve Tayland yetkililerinin katılımıyla yapılacak toplantının nasıl bir sonuç verip vermeyeceğine hep birlikte tanık olacağız.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar