Cihan Kurtaran 14 Ocak 2016
Tayvan halkı 16 Ocak’ta sandık başına gidiyor. Dört yılda bir yapılan seçimlerde hem devlet başkanı ve yardımcısı hem de parlamento üyeleri belirlenecek. Devlet başkanlığı için üç önemli parti aday gösterebilirken, 113 sandalyeli parlamento seçimleri için toplam on sekiz partinin adayları yarışacak.
Seçimde öne çıkan partiler kuşku yok ki, Başkan adayı çıkartan Kuomintang (KMT), Demokratik İlerlemeci Parti (DPP) ve Önce Halk Partisi (PFP). Bu üç partiden KMT son iki dönemdir, yani 2008’den bu yana devlet başkanı çıkarmış olmasının yanı sıra, Tayvan siyasal tarihine damgasını vurmuş bir siyasi hareket olarak dikkat çekiyor. DPP ise, 2000 ve 2004 yıllarında iki kez devlet başkanı çıkarmış bir parti. PFP ise, KMT’den ayrılan bir grup siyasetçinin kurduğu bir siyasi hareket görünümünde.
Bu üç parti içinden DPP genel başkanı ve aynı zamanda Başkan adayı Tsai Ing-wen’in başkan seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. KMT’nin iki dönem sonunda Başkanlık yarışında olmasa bile, parlamentoda kayda değer bir temsil hakkı kazanacağı bekleniyor. Bu noktada seçmenler arasında Başkan ve parlamento üyelerini seçme konusunda bir farklılaşma sergiledikleri gözlerden kaçmıyor. Meclis aritmetiği Başkan’ın siyasi gücünü belirleyici bir factor. Bu nedenle, DPP seçim kampanyası çalışmalarını seçmenlerin sadece başkan adaylarına değil, milletvekili adaylarını da seçmelerini sağlamaya yönelik bir tür ikna etme süreci olarak geçtiğini söyleyebiliriz. Bu anlamda, seçmenin sandık başındaki tavrı, DPP’nin sadece başkanlığı değil, mecliste de ilk defa çoğunluğu elde edebilmesine olanak tanıyabilir.
Bu noktada, DPP’nin amacı sadece başkanlık yarışını önde bitirmek değil, 113 milletvekilinden oluşan parlamentoda da çoğunluğu sağlamak. Bunun iki yolu bulunuyor. İlki seçmenin kahir ekseriyetinin DPP’yi hem başkanlık hem milletvekili seçiminde desteklemesi; ikinci yol ise, başkan DPP’den seçilmei halinde, Parlamentoyu oluşturacak siyasi partilerle bir tür ittifak yolu aramak. Bu ittifak oluşumunun hayata geçirilmesi Başkan’ın iç ve dış politikada çok daha fazla söz sahibi olmasına olanak tanıyacaktır. Bu noktada gözler, KMT öncülüğündeki Mavi Koalisyon ile DPP öncülüğündeki Yeşil Koalisyon arasında parlamentoda çoğunluğu teşkil etme mücadelesine tanık olunacaktır.
Seçimlerde iç ve dış olmak üzere çeşitli faktörlerin rol oynayacaktır. Bunlar arasında, seçmen yapısındaki demografik değişim; ülkedeki demokratik değerler ve bunun sürdürülebilirliğine olan inanç; Çin’in Doğu ve Güney Çin Denizleri politikasında askeri yapılaşmalara yönelmesinin doğurduğu teritoryal haklar meselesi; Hong Kong başta olmak üzere Sincan ve Tibet Eyaletleri’ndeki politikaların ‘insan hakları ve özgürlükler’ meselesini gündeme getirmesi gibi bölgesel sorunlar kadar, küresel çapta milliyetçiliklerin yükselmesi; ABD’nin Asya merkezli politikalarında inisiyatifi giderek daha fazla eline alıyor oluşu; bölge ülkelerini ve deniz güvenliğinin sağlanmasını gerektiren Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) gibi küresel ekonominin can damarı adayı olması beklenen gelişmeleri saymak mümkün.
Bu hususların ötesinde seçmenlerin DPP adayını desteklemelerinin spesifik nedeni, son iki dönemdir iktidarda olan KMT’nin, özellikle Çin politikası dolayısıyla Ada seçmeni tarafından eleştiriliyor olması. Bu noktada, DPP’nin KMT karşısındaki konumunu güçlendiren hususlardan biri 1.7 milyon genç seçmenin ilk defa oy kullanacak olması ve bu kitlenin yukarıda belirtilen süreçlere tepkisi belirleyici olacaktır. Özellikle 2014 yerel seçimlerinde “Ayçiçeği Hareketi” adıyla ortaya çıkan gençlik hareketinin DPP’ye yöneldiğini hatırlamak gerekir.
Küresel olarak milliyetçiliklerin yeniden ivme kazanmış olmasının etkisini Tayvan’da görebilecek miyiz sorusu da haliyle önem arz ediyor. Çünkü son sekiz yıldır Çin’le ilişkilerinde belirleyiciliğin ekonomi eksene kayması ve Çin’in Tayvan üzerindeki siyasi egemenlik hakkından vazgeçmemiş olması dolayısıyla, Tayvan halkı nezdinde ‘yarı-bağımsızlık’ ve görece özgürlüğün ekonomik kalkınmışlığa tercih edileceğini düşünmek mümkün.
Muhalefetin eleştirilerine karşılık KMT tarafı ise, Çin’le kurulan ilişkinin “günün dayattığı bir zorunluluk” olduğunu ileri sürerek bu gelişmeyi meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Aynı zamanda, bu çekinceleri ortadan kaldırmaya yönelik olarak da, mevcut ticari faaliyette Çin yönetiminin doğrudan müdahalesinin önünü almaya yönelik yaklaşım sergilemeye çalışıyorlar.
Öte yandan, Başkan Ma Ying-jeou’nun politikaları sayesinde bu sürecin Tayvan’ın Çin’le ilişkilerinin bir rayına oturmasından ötürü bir tür istikrardan söz edilebilir. Bunun en son örneği de, Ma Ying-jeou’nun 7 Kasım’da Çin Devlet Başkanı Şin Cinping’le Singapur’da buluşmasıdır. Kimi gözlemcilerin ‘normalleşme’ olarak adlandırdığı bu süreç, Tayvan’da bazı kesimler tarafından ‘Çin’e teslimiyet olarak algılanıyor. Bu kesimler, özellikle Ana kıtayla kurulan ekonomik ilişkilerin Ada’yı orta vadede siyasi bir egemenliğe dönüşebilme ihtimalinden ötürü endişe taşıyor. Bu nedenle, son sekiz yıldır ülkeyi yönetem KMT’nin iktidarda kalması zor gözüküyor. Bununla birlikte Ancak son dönemde yapılan kamuoyu yoklamalarında Tayvan halkının kahir ekseriyetinin Tayvan-Çin ilişkilerindeki “statükonun” devamından yana görüş belirtmesi de Tayvan toplumunun bu iki ideolojik duruşun dışında bir yöne sahip olduğunu ortaya koyuyor.
Aslında KMT’nin politikalarının doğurduğu olumsuz sonuçlar, seçim sonunda Başkan’ın değişecek olmasıyla sınırlı değil. Uzun yıllar ülkeyi yönetmiş olan KMT’deki politikaları tasvip etmeyen siyasetçiler tepkilerini, Önce Halk Partisi (PFP) Yeni Parti, Minkuotang ve Cumhuriyetçi Parti gibi çeşitli siyasi partiler kurarak ortaya koydular. Burada, KMT ve DPP’yi birbirinden ayıran hususlar üzerinde kısaca durmakta yarar var. Temelde, bu iki siyasi hareketin ayrışması “Çin politikaları” belirleyici oluyor. Tayvan’ın kurucu babası Chiang Kai-shek ve kurduğu milliyetçi parti Kuomintang (KMT) bugüne kadar, ‘tam bağımsız’ Tayvan söylemini dillendirmedi. Aksine, birleşmeye yeşil ışık yakarken, süreçte Tayvan’ın da sözünün geçeceği bazı şartlar ortaya koydu. KMT, Çin’le ‘uygun’ zeminlerde birleşme yolları aramasına karşılık, muhalefetteki DPP bağımsızlık yönündeki bir siyasi yaklaşım geliştirdi. DPP’nin bu duruşunda, Çin’deki komünizm ideolojisinin varlığı, tek parti rejimi, demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması gibi noktalar dikkat çekiyor. Bu anlamda Çin’le birleşmenin mümkün olamayacağı tezi üzerinden politikalar yürütüyor.
Peki Çin’den Tayvan’a nasıl bakılıyor? Çin yönetimi, Tayvan’dan ‘vazgeçmediğini’ her fırsatta dile getiriyor ve hâlâ Ana kara parçasının bir devamı kabul ediliyor. Ve Çin liderleri, ‘bir gün’ Ada ile birleşmenin olacağını düşünüyorlar. Bu birleşme konusunda Çin’de iki görüş bulunuyor. Çin’de bu birleşmenin nasıl olacağına dair iki temel yaklaşım var: ilki, kaba kuvvetle yani şahinler grubu ve ikincisi de, birleşmeyi doğal sürece yayarak gerçekleştirmek isteyen ılımlı kanat gibi iki farklı yaklaşım.Çin’de Tayvan konusunun bu denli önem arz etmesi, Çin’in küresel hegemonyasıyla da ilintili. Çünkü, bölünmüş bir ülke ve ulus görünümü vermek, Çin yönetimi için küresel hegemonyası bağlamında bir zaafiyet olarak telâkki ediliyor.
Bir kadın aday: Tsai Ing-wen
Seçim yarısından başarıyla çıkmasına kesin gözüyle bakılan DPP Başkanı ve adayı Tsai Ing-wen’in kim olduğuna kısaca bakmakta fayda var. DPP başkanı Tsai Ing-wen 59 yaşında ve Hukukçu. Partide Lee Teng-hui (1996) ve Chen Shui-bian (2000) dönemlerinde yöneticilik yaptı. Tayvan’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne girmesinde önemli katkılarda bulundu; Lee döneminde Çin hükümetiyle yapılan siyasi görüşmelere iştirak etti ve Başkan Chen döneminde Çin-Tayvan arası ilişkilerde ekonomi politikalarının oluşturulması sürecinde yer aldı.
Tsai, seçim kampanyası sürecinde Çin’le ilişkilerin istikrarlı bir şekilde sürdürüleceğini açıklaması dikkat çekiciydi. Bu aslında seçimler öncesinde Çin’e uzatılan bir ‘zeytin dalı’ olarak da algılanabilir. Temelde bağımsızlık yanlısı söyleme sahip olsa da, DPP adayının seçimi kazanması Çin’le ilişkilerin ilk günden ‘kötüleşeceği’ anlamı da taşımıyor. Bu durum, özellikle seçmenin hangi gerekçelerle DPP’yi iktidara taşadığıyla alâkalı. Örneğin, KMT’den memnun olmayan çevrelerin partiden ayrılıp küçük partiler halinde örgütlendiklerine yukarıda değinmiştik. Ancak bu durum, KMT politikalarından bütünüyle kopma anlamı taşımıyor. Benzer şekilde, DPP seçimi kazansa da, halkın temel beklentilerinin ekonomik istikrarın tesisi, Tayvanlılık kimliğinin ön plâna çıkması olacak. Bu nedenle DPP’nin halkın isteklerini bir kenara bırakıp, Çin’e ‘kafa tutacak’ politikalara girişmekten geri duracaktır.
DPP adayının başkan olması, parlamentoda çoğunluğu kazanması halinde Çin karşıtı politikaları dizginleyecek bazı hususlar var. Bunların başında Çin’in refleksleri ve ABD’nin Çin-Tayvan arasındaki bir tür ‘arabulucu’ rolü öne çıkıyor. Bu bağlamda, 2000 yılında DPP adayı Chen Shui-bian’ın başkanlık yarışını kazanmasının ardından dönemin Çin başbakanı Zhu Rongji’nin “Tayvan’ın bağımsızlığı savaş nedenidir” açıklaması, Çin’in devlet politikası olarak algılamak gerekir. Ve bunun DPP’nin zaferinin ardından 17 Ocak sabahı da böyle olacağından kuşku yok.
Öte yandan, her ne kadar ABD, Tayvan’ı küresel platformlarda ekonomik olarak desteklese de, 1979 yılında ana politikasında Çin ‘lehine’ yaptığı değişiklikten feragat edeceğini düşünmek mümkün değil. DPP başkan ve meclis iktidarında ABD daha çok yapıcı rol oynama eğilimi sergileyecektir. Bu noktada ABD politikalarında Lee ve Chen dönemlerindeki ‘arabuluculuk’ rolünde devamlılık görülecektir.
Tabii burada bir de Başkan’ın DPP’den seçilmesi, ancak parlamentoda çoğunluğun muhalefetten teşkili halinde ne gibi bir etkileşim ortaya çıkabileceği de önemli. Çin’le son dönemdeki ilişkilere temkinli yaklaşan DPP lideri Tsai başkan seçilse bile, partisinin parlamentoda çoğunluğu ele geçirememesi halinde, başkan ve parlamento arasındaki ilişkinin ne yönde seyredeceği de merak konusu.
Tayvan Sorunu ve ABD
Başkanlık ve parlamento seçimleri nedeniyle Tayvan’daki siyasi gelişmeler sadece Tayvanlıları değil, ABD’yi de yakından ilgilendiriyor. ABD’nin 65 yıldır Tayvan’ı yakından izlediği dikkate alındığında, bunda şaşılacak bir yön bulunmuyor. Aksine, bu yaklaşım Amerikan politikasını yansıtıyor.
ABD yönetimi, Çin Halk Cumhuriyeti’ni uluslararası arenada Çin toplumunun temsilcisi olarak kabul ederken, Tayvan’ı da göz ardı etmiyor. Tayvan’ı yapılan ekonomik yatırımların demokratik bir toplum oluşturulmasına katkısı ile ABD bölgede varlığını güçlendirmiş gözüküyor. Bugün ekonomik ilişkilerde Çin-Tayvan daha öncü rol oynarken, ABD ikinci plânda kalsa da, Tayvan halkının büyük çoğunluğuyla Batılı değerlere bağlılığı ABD’nin en önemli güvencesi konumunda.
DPP Başkan adayı Tsai yaptığı bir açıklamada yakın ve orta vadede Çin’le işbirliğine vurgu yaparken, Tayvan halkının Çin siyasi egemenliğine girmemesi konusundaki duyarlılığına da karşılık gelecek mesajlar veriyor. Bu anlamda, topun Çin tarafında olduğu ve olası bir iktidar değişikliğinde -şayet ikna edilmesi gerekiyorsa- Çin’le görüşmeler yapacak tarafın ABD olduğunu düşünülebilir.
Tüm bu hususlar, Çin-Tayvan arasındaki siyasi ayrışmanın bir yanında ABD’nin olduğunu ortaya koyuyor. Bu nedenledir ki, Tayvan’daki seçimler Çin kadar, ABD tarafından da yakından takip ediliyor. Pekin-Taipei arasındaki ilişkiler ABD’nin her iki ülkeye bakışına yön veriyor. ABD’nin kendini buna göre konumlandırması pasif bir süreç takip ettiği izlenimi verse de, gerginliğe yol açabilecek siyasi açıklamalar anında karşılık bulacağından bu bir anlamda, özellikle ABD için ‘kriz yönetim’ süreci anlamına da geliyor.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar