Cihan Kurtaran 19 Şubat 2016
15-17 Şubat tarihleri arasında Kaliforniya Sunnylands’de yapılan ABD-ASEAN zirvesi, ASEAN sınırları dışında gerçekleşen bir organizasyon olmasıyla tarihe geçti. Zirve’de tek eksik, hükümet çalışmalarının sürdüğü Myanmar’da halen devlet başkanlığı koltuğunda oturan Thein Sein’in zirveye katılmamasıydı.
Bu zirvenin, Başkan Obama’nın iki dönemlik başkanlığında tarihe ‘başarı’ hanesi olarak geçecek icraatlarından biri olduğuna kuşku yok. Bu zirveye gelmeden önce en son buluşmanın, geçen Kasım ayında Kuala Lumpur’daki ASEAN Zirvesi’nde olduğunu ve Başkan Obama “istikrar, barış ve kalkınmanın” önemine dikkat çeken bir konuşma yaptığını hatırlıyoruz. Bu bağlamda, Sunnylands zirvesi geçen yıl plânlansa da, aslında temelleri Hillary Clinton’ın ‘Asya Çağı’ kavramsallaşmasını dile getirdiği, ilki 2007 ikincisi de 2011’deki iki önemli makalesine dayanıyor. Clinton’ın Foreign Affairs dergisindeki “21. Yüzyıl’da Güvenlik ve Fırsatlar” ve “Amerikan’ın Pasifik Yüzyılı” başlıklı makaleleriABD’nin bölgede gerçekleştireceği inisiyatiflerin ipuçlarını veriyordu.
Tabii ‘Asya Çağı’ kavramını bütün bir Asya coğrafyası için değerlendirmek yerine daha öze inerek, Doğu ve Güneydoğu Asya olarak belirlemek gerekir. En azından bu iki bölgenin kalkınmacı bağlamlarda geniş Asya kıtasına öncülük ettiğini dikkate almak gerekir. ABD’nin bu yüzyılda gelişmelerin merkezinde olacağını ‘haber verdiği’ bu makalelerinden sadece görece kısa bir süre sonra gerçekleşen ‘Sunnyland Zirvesi’, ABD’nin bölgeyle ilişkilerinde geldiği noktayı oldukça somut bir şekilde ortaya koyuyor.
ASEAN, üye ülkeler arasında daha çok ekonomik bağların öne çıktığı bir yapı. Bunu pekiştiren ise, geçen yıl sonunda ilân edilen ASEAN Ekonomi Birliği oldu. Ancak bu bloğa üye ülkelerin siyasi yapılaşmaları birbirinden farklılık göstermesine rağmen, ABD yönetiminin bu farklı siyasal yönetimlerle sürdürdüğü ilişkilerde sergilediği performans, onu ‘başarılı’ bir aktör’ olarak ortaya çıkarıyor. Bir yanda Bruney’de Sultan; Kamboçya’da otuz yıldır iktidardaki komüsint parti lideri; Malezya’da bir yılı aşkın süredir başı kimi yolsuzluklarla anılan Başbakan; Myanmar’da askeri rejimden sivil rejime ve demokrasiye geçiş süreci; Tayland’da askeri cuntan yönetiminin güç temerküzü gibi birbirine taban tabana zıt rejimlerle aynı masaya oturabilmek ve bu siyasi yapıları ve liderlerini aynı masa etrafında toplayabilmek kuşku yok ki geniş bir stratejik referansın ürünü.
Üç gün sürecek toplantılarda, ABD’nin ASEAN ile ticari ve yatırım ilişkilerini artırma yönünde argümanla hareket ederken, beklendiği şekilde Çin’le ilgili bazı siyasi açıklamalarda şu veya bu şekilde gündeme taşındı. Bununla birlikte, Obama’nın özellikle Güney Çin Denizi konusundaki açıklamalarının tehditvari bir yönü olmadığı, aksine ASEAN liderlerinin görüşünü dile getirdiği imajının son derece belirgin olduğu bir yaklaşım sergiledi. Bölgedeki Adalar krizinden hareketle sorunların ‘konuşalarak’ çözülmesi yönündeki talep aslında tastamam ASEAN’ın hem Çin’e hem de ABD’ye daha önce sunduğu görüşlerin tekrarı mahiyetinde. Bu noktada, ev sahibi ABD’nin ‘şahin’ bir duruş sergilemediği gibi, hem Çin hem de ABD ile ilişkilerinden taviz vermek istemeyen ASEAN’ın konuya yaklaşımının da belirleyici olduğunu söyleyebiliriz.
Bu noktada ABD açısından zirvenin en önemli yapıcı yönü ASEAN ile ekonomik işbirliğine daha da ağırlık vermekti. Bunun hem var olan ABD-ASEAN ekonomik işbirliği hem de ASEAN üyelerinden Vietnam, Malezya, Singapur ve Bruney’in bu ayın başında Yeni Zelanda’da nihai olarak imzalanan Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’na (TPPA) taraf olmalarının da rolü var. Tüm eleştirilere ve ABD dahil bazı üye parlamentolarında onanmayı beklemesine rağmen, ABD’yi Birlik’le ekonomi işbirliği alanında teşvik eden önemli husus, 42 trilyon dolarlık bu ticaret işbirliğine dahil olmak için, özellikle Endonezya ve Filipinler devlet başkanlarının istekli oluşlarıdır. Endonezya ASEAN ekonomisi içerisinde ilk sırayı aldığı ve Filipinler’in Aquino iktidarı döneminde kayda değer atılımlar yaptığı ve ABD’nin bölgedeki geleneksel müttefiki konumunda olduğu unutulmamalı. Bu ikiliye eklenecek üçüncü ülke ise Tayland.
Tayland’ın da ABD ile yakın ilişkileri olduğu bilinmekle birlikte, bir türlü ‘sivil demokratik değerleri’ uzun erimli olarak hayata geçirmemiş olması ABD’nin bu ülkeden arzu ettiği verimi almasına engel oluyor. En son olarak 2014 yılı Mayıs’ın yaşanan askeri darbe ve ardından kurulan asker kökenlilerin atındığı başbakan ve meclis ümit vermediği gibi, ABD tarafından eleştirilere hedef oluyor. Bu nedenle, askeri rejimin varlığı bu sürecin ne şekilde işleyebileceği konusunda belirsizliğe yol açıyor.
ABD’nin başta bu üç ülke olmak üzere diğer ülkeleri de TPPA’ya hazırlanmaları noktasında özellikle ticari mevzuatlarını gözden geçirmeleri konusunda teşvikine tanık olunacaktır. Zaten, bir süredir olduğu gibi, zirve sırasında da Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo’nun ‘dış yatırımların önünü açacak yasal süreçlere hız verilmesi’ konusundaki vurgusuna tanık olundu.
ABD yönetimince ‘yüzyılın ticaret anlaşması’ olarak adlandırılan TPPA içinde yer almak için diğer üye ülkeler de tüm çabayı sarf edecektir. Bu noktada ilgili ülkelerin, ABD’nin ‘ticari değerlerini’ göz ardı edecek bir yaklaşım sergilemeleri beklenmiyor. Aksine, tüm çekincelerine ve bilinmezlerine rağmen, bu yeni açılım içerisinde yer almak ulusal ekonomi stratejilerinin bir parçası haline gelecektir. ASEAN’ın önde gelen ülkelerinin TPPA bloğunda yer almalarıyla birliğin Laos, Kamboçya ve Myanmar gibi küçük ekonomilerinin de aynı ekonomik yapılaşmaya konu olmasında kayda değer bir rolü olacaktır. ABD yönetiminin ilk etapta Cakarta, Singapur ve Bangkok’da açmayı plânladığı merkezler vasıtasıyla bölge ülkelerini TPPA yapılanmasında yer alacak şekilde alt yapı hazırlıklarında ilgili ülkelere ‘yardımcı’ olmayı hedefliyor.
Bu bölgeyi ABD için ekonomik cazibe merkezi kılan husus 620 milyon nüfusa, orta sınıflaşmaya veya tüketimciliğe ulaşma konusunda engel tanımayan geniş bir iş gücüne, 2.6 trilyon hacmindeki ekonomiye sahip olması gibi özelliklerdir. Buradan hareketle ABD’nin bölgeye yönelik ilgisinin yeni başlıyormuş gibi de algılanmamalı. Böyle bir sav, ABD’nin bölgeyle 20. yüzyıl boyunca girdiği ilişkilerin göz ardı edilmesi demek olur. Aksine, ASEAN’ın kuruluşu öncesi ve sürecine göz atıldığında başat aktörün ABD olduğu görülecektir. Güneydoğu Asya hiç kuşku yok ki, Doğu Çin Denizi’nden başlayıp bir yandan Kızıl Deniz’e, öte yandan Güney Afrika’ya uzanan Hint Okyanusu su yolunu küresel bir ticaret ve güvenlik denizi anlamına getiren bir coğrafya. Bu coğrafyanın Soğuk Savaş dönemindeki karşılığı, bir ‘istikrar’ olgusundan, iki bloktan hangisinin yanında yer alacağıyla alâkalı bir süreçti. Bu bağlamda, özellikle bölgenin coğrafi ve nüfus olarak en önemli ülkesi Endonezya, Filipinler ve Tayland’da gerçekleştirilen darbeler ve ABD yansılı başkanların, hükümetlerin iş başında oluşu bölgenin Batı-Doğu ayrışmasındaki yerine de ışık tutmaktadır.
ABD’nin bölgeyle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ilgisi kimi zaman azalma eğilimi gösterse de hiçbir zaman sona ermedi. Bu yüzyıl başında da bölgesel ve küresel gelişmeler bağlı olarak yeni bir strateji ile Güneydoğu Asya ülkeleri ile ilişkiler derinleştiriliyor. Sunnyland Zirvesi bu anlamda iki döneminin sonuna yaklaşan Obama yönetiminin geldiği noktayı göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar