Mehmet Özay 10.08.2016
Tayland’da uzun süredir beklenen anayasa referandumu nihayet, dün yani 7 Ağustos Pazar günü yapıldı. 68 milyon nüfuslu Tayland’da yaklaşık elli milyon kayıtlı seçmenden yaklaşık yüzde 55 civarında bir kitle oy kullanmak üzere sandık başına gitti. Referandumda oyların çoğunluğunu ‘evet’ olması, Tay halkını yeni bir Anayasa’yla daha yaşamaya hazırlanacağı anlamı taşıyor.
Yeni anayasada öne çıkan maddelere bakıldığında, dikkat çeken husus ülkenin gelecek çeyrek yüzyılını kimin yöneteciğiyle ilgili birkaç madde dikkat çekiyor. Anayasa hazırlık komisyonunun çalışmaları boyunca da gündem özellikle bu maddeler çevresinde belirlendi. Söz konusu bu maddeler, ‘geçiş dönemi’ olarak adlandırılan önümüzdeki beş yıllık süre boyunca yapılacak seçimlere rağmen, başbakanın yanı sıra 250 üyeli senatonun 'atamalarla’ belirlenmesi, ülkenin, özellikle 2001’den bu yana yaşadığı dönemin bitip yerine yenisinin başladığı anlamı taşıyor. Bu bağlamda, 2014 yılı Mayıs ayından bu yana ülkeyi yöneten cunta rejimince oluşturulan Ulusal Barış ve Düzen Konseyi’nin hazırlattığı anayasa taslağı ‘demokratik’ olmamakla eleştirilirken, ülkede bu anayasanın da uzun erimli olmayacağı ve aynı şekilde yönetim krizinin devam edeceğinin de işaretini veriyor.
Seçmenden çözümsüzlük nedeniyle ‘Evet’
Söz konusu referandumda sandık başına gidenlerin yüzde 61.4’ü evet oyu, yüzde 38.6’sı ise hayır oyu kullandı. Ancak kayıtlı seçmenlerin sayısının elli milyon ve bu sayının da yüzde elli beşinin sandık başına gittiğini unutmamak gerekir. Ayrıca, cunta rejiminin her türlü demokratik hakları kısıtlayarak anayasa taslağını eleştirmeye yönelik her türlü tedbiri almasına rağmen bu oran ortaya çıktı. Şimdi bu geçmiş üzerinde söylenecek pek fazla bir şey kalmadı. Referandumda evet oyu kullananların bir bölümünün, ülkenin uzun dönemdir istikrardan uzak, uzlaşının ufukta gözükmediği sivil siyaset ortamından umduğunu bulamamasıyla ‘istemeye istemeye’ böyle bir karar verdiği ifade ediliyor. Dolayısıyla halk pratik bir çözümle günledik yaşamı kolaylaştıracak bir yaklaşımı benimsediği anlaşılıyor.
Yeni anayasanın yürürlüğe girmesiyle, ülkenin modern tarihinin başlangıcı kabul edilen 1932 yılında Monarşi’ye karşı girişilen ilk darbeden bugüne kadar üretilen 20. Anayasa olacak. Bu süre zarfında 12 askeri darbeye maruz kalan Tayland’da, son darbe 22 Mayıs 2014’de gerçekleştirilmişti. İki yılı aşkın bir süredir ülkeyi yöneten cunta ve yanlıları, bu anayasanın ülkedeki siyasi yolsuzluğu sona erdireceği ve istikrar getireceği görüşünde. Ancak bu istikrarın temel dayanak noktasını, demokrasinin bildik standard uygulamalarından ziyade, Tayland toplum ve siyasi yapısının temelleri üzerinde yükselen bir siyasi yapılaşma oluşturuyor. Bunu da, önümüzdeki çeyrek yüzyılda ülke siyasetinde etkin olacak askeri kadroları atayarak ve de ülkede kalkınma plânlamasını yaparak ortaya koyacak.
Ülkenin ana akım siyasetinde başat rolü oynayan monarşi-ordu-siyasi parti ittifakı -ki bugüne kadar bunun adı Demokrat Partisi’ydi- bağlamında ortaya çıkan bu siyasi dinamiğin söz konusu yeni anayasayla karşılığı, beş yıllık geçiş döneminde 250 üyeli senatonun ordu tarafından belirlenmesi, senatonun da başbakanı ataması, meclisten ziyade demokratik süreçler dışında oluşturulmuş kurumlar vasıtasıyla devlet yönetiminin gerçekleştirilmesi gibi yeni siyasi pratikler anlamına geliyor. Referandum akşamı Başbakan Prayut Chan-o-cha yaptığı açıklamada, referandum sonrasında hükümetin ülkenin siyasi sorunlarına yönelik olarak ‘sürdürülebilir’ bir çözüm sağlama konusunda elinden geleni yapacağını açıklasa da, kabul edilen anayasanın bizatihi kendisinin sorunlu olması daha baştan işlerin hiç de iyi gitmeyeceğinin belirtisi. 2011-2014 yılları arasında başbakanlık yapan Yingluck Şinavatra ise bugün yaptığı açıklamada, ülkenin sorunlarını çözmek bir yana geri götüreceğini açıkladı.
İstikrar beklentisi karşılanabilecek mi?
Ancak bu anayasa hazırlık sürecinden itibaren sivil inisiyatife ve ortak paydalara dayanmaması nedeniyle, tıpkı öncekiler gibi ülkenin kahir ekseriyetinin sorunlarına cevap vermekten uzak ve bu nedenle halkın önemli bir kesimince kabule mazhar olmayacaktır. Kaldı ki, daha anayasa hazırlık komisyonunun çalışmaları sırasında ve referandumdan günler önce sivil çevrelerin açıklamaları bu anayasanın meşru olmadığı, demokratik bir nitelik taşımadığı yönündeydi. Öyle ki, bu süreçte merkez iktidar güçlerine karşı alternatif bir siyasi alan olarak ortaya çıkan Thaksin öncülüğündeki siyasi oluşum değil, merkez yapılanmanın siyasi parti ayağını oluşturan Demokrat Parti’nin de anayasa taslağını kabul etmediğini açıklaması siyasi arenada önemli bir kırılmanın da yaşanabileceğini ortaya koyuyor. Bu nedenle, bu yeni anayasanın 2017 yılı ilk yarısında yapılması plânlanan seçimler sonrasında ülkeye siyasi ve toplumsal istikrar getirmesine kuşkuyla bakılıyor.
Bu anayasanın yazılması sürecinden dünkü referanduma kadar en dikkat çekilen yönü, ordunun sivil yönetimlerdeki rolünün artırılmasıyla ilgili madde üzerinde yoğunlaşıyordu. 2014 yılı Mayıs ayında, dönemin ülke demokrasininin el verdiği şartlarda seçilmiş sivil hükümetine ve başbakan Yingluck Şinavatra’ya yönelik girişilen darbenin aktörleri olan askerler üniformalarını çıkartıp başbakanlık başta olmak üzere meclis ve bürokraside yerlerini aldılar. Gerek anayasa yazım süreci gerekse referanduma gidiş koşullarında belirleyici olan ‘sivil-askerler’ son iki yılı aşkın bir sürede ülkede sivil siyasi yaşamı mümkün olduğunca kontrol altında tutarak ‘güçlerini’ ortaya koydular. Referanduma giden süreçte de, beş kişiden fazla grubun toplanmasına izin verilmemesi örneğinde olduğu gibi toplanma ve konuşma özgürlüğü kısıtlanarak sivil toplum ve siyasi partilerin aktörlerinin meydanlara çıkmasının önü kesildi.
Merkez-Çevre çekişmesinde Thaksin faktörü
Monarşi-ordu- dönemine göre merkezi oluşturan sivil partinin işbirliğine dayalı ülke genel politikasında özellikle 2000’li yılların başından itibaren başlayan muhalefet hareketi Thaksin ailesiyle bugüne kadar varlığını sürdürüyor. 2001-2006 yıllarında başbakanlık koltuğunda oturan Thaksin Şinavatra’ya karşı 2006 yılı Ekim ayında gerçekleştirilen darbe sonucu eski başbakan ülkeyi terk etti. Ardından, ordu denetiminde gerçekleştirilen 2007 yılı seçimleri ordu denetiminde yapılsa da, Thaksin yanlısı Halkın Gücü Partisi altı partili siyasi koalisyonun büyük ortağı olarak bir kez daha iktidar oldu. Merkezle-çevrenin çatışmasına konu olan o dönemde Halkın Gücü Partisi yasaklı konuma düşerken, iktidar Demokrat Parti’ye hediye edildi. 2011 yılında halk bir kez daha önüne konan sandıktan muhalefeti iktidara taşıyacak kararı verdi. Ülkede demokrasinin elverdiği ölçütler içerisinde, Thaksin yanlısı Pheu Thai Partisi seçimi kazanmasıyla 2011-2014 yılları arasında kızkardeşi Yingluck Şinavatra başbakanlık koltuğuna oturdu. Yaklaşık on beş yıllık dönemde muhalefeti temsil eden Şinavatra ailesinin öncülüğünde kurulan partiler her seçimen başarıyla çıkarken karşılarında demokratik bir mücadele yerine ordunun postallarını buldular.
Tayland ASEAN’a umut olamıyor
Bu durum, Tay siyaseti ve toplumu için içaçıcı bir gelişme olarak yorumlanamayacağı gibi, Tayland’ın üyesi olduğu ASEAN içinde de yansımaları olacaktır. Anayasanın demokratikleşmeyle örtüşmediği görülen yukarıda belirtilen temel ilkelerinin aslında, bu ilkelerden kurtulmaya çalışan ‘dünün’ Myanmar’ındaki ‘demokratik’ yapılanmayı gündeme getirmesiyle dikkat çekiyor. Yetmiş milyona varan dinamik nüfusu, ASEAN’ın üçüncü büyük ekonomisi olması, ABD’nin bölgedeki geleneksel ittifakları arasında yer alması gibi hususiyetleriyle Tayland’daki gelişmelerin kendi başına ele alınamayacağını ortaya koyuyor. Özellikle, ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde yeniden yapılanmaya girdiği bir dönemde ordu kontrolündeki Tayland’ın Çin’le ilişkilerinin farklı bir yönelim kazanacağını düşünmek te mümkün.
Patani Sorunu Devam Edecek
Askere sivil politikada önemli görevler veren yeni anayasanın ülkenin muhalefet ve iktidarında bulunmuş iki partisince eleştirilmesi önemli. Bu durum, aynı şekilde referanduma seçmenlerin yüzde ellisinden biraz fazlasının katılması da siyasi partilerin eleştirilerinin kamuoyu nezdinde önemli bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Bu durumda, 2013 yılında Patani barış görüşmelerinin başlanmasıyla doğan olumlu atmosfer, 2014 yılındaki darbeden ve de anayasa referandumundan ‘evet’ oyunun çıkmasıyla yerini karamsarlığa bıraktığını söyleyebiliriz. Dünkü referandumda Patani’de ‘hayır’ eksenli yaklaşım, Patanili Malayların asker odaklı merkez siyasi yapılanmaya güvenmediğinin bir göstergesi. Patani’de barış görüşmeleri bağlamında hem Thaksinci partiler hem de Demokrat Parti’yle yakınlaşabileceği emareleri vermiş olan Patanililer orduyla aralarına mesafe koyuyorlar. Bu bağlamda, merkez siyasetin aktörlerinin yeni anayasayla ilgili eleştirel yaklaşımları ortadayken, Patani gibi ‘çeperde’ kalmış bir etnik yapının temel haklarını alma noktasında olası görüşmelerden ne kadar umutlu olabileceği meçhul.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar