Mehmet Özay 14 Şubat 2014
Çin ve Tayvan arasında tarihi buluşma gerçekleşti... Geçen Salı günü gerçekleşen bu buluşmanın pek çok çevre için süpriz olduğuna kuşku yok. Görüşmenin, Çin tarafından ‘Tayvan İşleri Müdürlüğü’ ile Tayvan’dan “Çin İşleri Müdürlüğü” başkanları düzeyinde gerçekleşmesi küçümsenmemeli. Bununla birlikte, bu girişimin 1949’dan bu yana vuku bulan siyasi ayrılığı sona erdirmeye yönelik ilk ‘barışçıl’ girişim de değil. Bu bağlamda, örneğin 1991 yılında dönemin Tayvan Devlet Başkanı Lee Teng-hui’nin bugünküne benzer bir yaklaşımla Çin-Tayvan yakınlaşmasına kapı aralama politikasını gündeme getirmişti.
Çin ve Tayvan arasında sorun neydi kısaca bir bakalım... 20. yüzyıl başlarında değişim sancıları çeken Çin’de milliyetçi ve komünist ideolojilerin mücadelesine konu oldu. Bu süreç, 2. Dünya Savaşı sonrasında Çin’deki iç siyasi gelişmeler ve de kimi dış ‘mihrakların’ yönlendirmeleriyle komünistlerle (Komünist Partisi) milliyetçiler (Kuomintang) arasındaki mücadele ve yaşanan sivil savaş sonrasında mağlup olan milliyetçiler 1949 yılında ülkeyi terk ederek Çin’in güney sahillerine çok yakın ve bugün Tayvan adıyla bilinen Ada’ya çekilmek zorunda kaldı. O dönem sayıları iki milyonu bulan ve Kuomitang, yani Çin milliyetçileri olarak adlandırılan kitle Tayvan Adası’na yerleşmiş ve orada yeni bir devletin temellerini attı. Bir gün ana karaya dönüp Beijing’de yeniden iktidarı ele geçirmeyi beklerken, Çin de silah zoruyla Tayvan’ diz çöktürme uğraşındaydı. İşte o günden bu yana devam egemenlik hakları, bağımsız devlet nosyonu vb. kavramlar etrafında Çin-Tayvan mücadelesine tanıklık edildi. Tabii bunları söylerken Çin ve Tayvan arasında hiçbir etkileşim olmadığı gibi bir argüman ileri sürülemez. Aşağıda kısaca değineceğim... Tayvan bugün 23 milyon nüfusuyla, ekonomik başarılarıyla ve de demokratik yönetim biçimiyle bölgenin dikkat çeken bir gücü konumunda. Tayvan ilk günlerden bu yana, Amerika’nın koruması altında bugünlere gelirken, 1980’lerden itibaren ekonomisinde başgösteren önemli atılımlarla Asya Kaplanları olarak bilinen ekonomi bloğunun içinde yer aldığı gibi bugüne kadar bu başarısından pek de fire vermedi.
Bugün, Çin için Soğuk Savaş yıllarından kalan bu siyasi kriz mirasının masaya yatırılabilmesi, yakın geçmişteki sorunların günün koşulları çerçevesinde çözülebilirliği teşebbüsüne dair bir örnek teşkil ediyor. Bölgenin son dönemde giderek artan uluslararası önemi bağlamında bu girişim benzer sorunlara yaklaşım çerçevesinde geleceğe yönelik umut dolu bir adım olarak değerlendirilmeli. Bu çerçevede görüşmelere Tayvan adına katılan Wang Yu-chi birbiriyle husumetli neredeyse savaşa girişebilecek iki gücün, daha önce asla akla getirilmeyecek bir olgunlukla oturup konuşabilecekleri bir imkânın doğmuş olmasını büyük bir fırsat olarak değerlendiriyordu. Görüşme Nanjing’de yani, zamanında milliyetçilerin güçlü olduğu ve 20. yüzyıl ilk yarısında milliyetçi yönetimin başkenti olarak anılan şehirde gerçekleşmesiyle de güçlü bir tarihi hatırlatma yapılıyordu.
Görüşmenin sonuçlarının pratiğe ne şekilde yansıyacağı merak konusu. Bu noktada, iki tarafın karşılıklı temsilcilik açması ve Tayvan’ın uluslararası ticaret birlikteliklerine -ki bu bağlamda Trans-Pasifik Ekonomik İşbirliği (TPPA)’yı düşünmek yerinde olur- üye olabilmesinin yolunun açılmasının ilk adımlar olacağı görülüyor. İki taraf arasındaki buluşmanın, üçüncü taraflara yönelik mesajları da var elbette. Bu bağlamda, Çin’in bu siyasi açılımının, Tayvan’a yakınlığı ile bilinen ABD’ye yönelttiği dolaylı bir mesajdan da söz edilebilir. Bir yandan, düşmanlığın barışa evrilmesi, öte yandan ekonomik anlamda güçlü bir yapısı olan Tayvan’ın Amerika’nın ısrarla hayata geçirilmesine çalıştığı TPPA’ya üye olabilmesinin yolunun açılması, kuşkusuz ki Amerikan yönetimini de memnun edecektir.
Bu görüşme, geçen yıl devlet başkanlığına atanan ve güler yüzlü başkan lâkabıyla anılan Xi Jinping yönetiminde, belki de ilk bir yıl içerisindeki uluslararası ilişkiler anlamında en önemli siyasi adımı attığını söyleyebiliriz. Bir yanda Çin’in ekonomi de daha çok liberalleşme adımları, öte yanda Tayvan’ın demokratik ve de ekonomik olarak kalkınmış yapısının bir yerlerde buluştuğuna tanık olunuyor. Bu süreçte, Çin Devlet Başkanı’nın güler yüzlülüğü sembolik olmanın ötesine geçerek, bugünlerde uluslararası siyasette çokça ihtiyaç duyulan bir ‘barış’ girişimi olarak da telâkki edilebilir. Zaten Xi, bunun ipuçlarını geçen yıl başkanlığa geldikten sonra yaptığı “Tayvan sorununu nesiller boyu devam ettiremeyiz” diyerek ortaya koymuştu. Tayvan yönetiminin, özellikle 2008 yılında Devlet Başkanlığı’na gelen Ma Yingjeou’nun iki ülke arasında gerginliğin sona erdirilmesi konusundaki görüşleri açıkça dile getirmesinin de Çin üzerinde olumlu bir etki yaptığı düşünülebilir. Örneğin, Ma’nın bu girişimi ile ana kara Çinlilerin turistik ziyaretlerinin, ardından da yüksek öğretim kurumlarına öğrenci kabulünün önündeki engeller kaldırılmasıyla kayda değer bir “insani akış” ortaya çıkmaya başladı. Bu süreci, her iki toplumun birbirini doğrudan/yüz yüze anlama çabası olarak değerlendirmek gerekiyor.
Tayvan’ın son üç yıldır Güney Çin Denizi özelindeki tartışmalarının gölgesinde kaldığına kuşku yok. Birtakım çevreler Çin’in ekonomik gelişmesine paralel olarak askeri yapılaşmasındaki gelişmeleri ve sınırları yeniden tanımlama girişimlerini bölgesinde teritoryal genişleme bağlamında yorumluyor. Aynı zamanda, bu genişleme söyleminin çeşitli biçimlerde pratiğe dökülmesi çabasıyla da, Çin’in sıcak gelişmeleri göze alabileceğine dair görüşler ileri sürülüyor. Bugüne kadar Çin’in tanımadığı bir siyasi yapıyla, yani Tayvan yönetimiyle masaya oturması, Çin dış politikasının ne yönde evrilebilme kapasitesine sahip olduğunun da bir işaretidir aslında. Bu görüşme öncesinde her iki taraf ‘kırmızı çizgileri’ni bir kenara koyma konusunda hassas davrandılar. Çin, Tayvan’ı silah zoruyla ana karaya bağlayacağı söyleminden; Tayvan yönetimi de ‘Bağımsız bir Tayvan Cumhuriyeti’nden bahsetmiyor... Çin ve Tayvan arasında buzların erimesi anlamına gelecek bu girişimin etkilerini, sadece Tayvan Boğazı’nın iki yanındaki siyasi yapıyla sınırlandırmamak gerekir.
Modern Çin’in uluslararası arenada karşılaştığı önemli sorunların başında, yanı başındaki aynı milletin çocuklarının kurduğu yeni bir devlet ile olan siyasi hesaplaşması geliyordu. Ancak bu durum, Çin-Tayvan ilişkilerinin tam anlamıyla koptuğu şeklinde kesin bir yargıya da götürmez. Tam aksine, iki ‘ülke’ resmi söylemde birbirleriyle çatışmalarına rağmen, ticarette iki güçlü partner görünümü sergiliyorlar. Buna dair bazı somut gösterleri ortaya koymak mümkün: Özellikle 1980’lerden itibaren iki ülke arasında ticari ilişkiler yeniden başladı... 1990’lı yıllarda pek çok Tayvanlı iş çevresi Çin’de yatırım yaparken, 2000’lerin başında yabancı yatırımcılar sıralamasında Tayvan dördüncü sıraya çıkarken binlerce yatırımcı Şangay başta olmak üzere önemli ticaret ve yatırım merkezlerine konuşlandı. Öte yandan, küresel ekonomi krizinin devam ettiği 2010 yılında ticaret hacmi 109 milyar Doları buldu...
Ancak, bugün Tayvan’la başlayan süreç, sadece Tayvanlıları değil, belki de bundan daha çok Güneydoğu Asya’daki komşu ülkeler nezdinde de olumlu bir algının tesisine neden olacaktır. Çünkü Tayvan, coğrafi olarak Çin’in yanı başında ve Tayvan’ın -F.D. Roosevelt ve W. Churchill’in 1943 yılında gerçekleştirilen Kahire Konferansı’ndan bu yana- ABD’yle yakın ilişkileri olduğu hatırlandığında, Çin’in kimi zaman algı düzeyinde de olsa gündeme gelen Tayvan’ı askeri güçle kendine bağlama seçeneğini bir kenara koyduğu anlaşılıyor. Bu inisiyatif, iki bloklu dünyaya sahne olan Soğuk Savaş yıllarında -örneğin 1962- iki ABD ve Sovyet Rusya’yı karşı karşıya getirebilecek bir sorundu. Bugün böylesi bir dış politika inisiyatifi geliştirebilen Çin’in, Güney Çin Denizi ve çevresindeki gelişmeler noktasında da benzeri bir politika değişikliğine gidebileceği en azından uç vermiş görünüyor.
Not: Banda Açe Belediye Başkanı Mawardi Nurdin geçenlerde vefat etti. Tsunami sonrasından bugüne değin Banda Açe Belediye Başkanlığı’nı yürüten değerli insan Mawardi Nurdin’e Allah’dan rahmet diliyorum.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar