Mehmet Özay 6 Şubat 2014
Endonezya’da Başkanlık seçimlerine az bir süre kala, siyaset arenasında yeni gelişmelere tanık olunuyor. 2005’de başladığı Solo Belediye Başkanlığı görevinden, 2012’de başkent Cakarta Valiliği’ne uzanan süreçte siyasi kariyerini sağlam adımlarla çıkan Joko Widodo, kendinden bağımsız geliştirildiği anlaşılan adaylık yarışında, kamuoyu yoklamalarının da ortaya koyduğu üzere gün geçtikçe güçlü rakiplerin epeyce önünde yer alıyor. Yaklaşık birbuçuk yıl öncesine kadar ismi sadece ‘yerel siyaset’ platformlarında anılan Jokowi, ulusal siyasetin de merkezine oturmuş durumda. Başkan adayları arasında ismi en ön sıraya çıkan Jokowi’nin bu zorlu göreve hazır olup olmadığı bir yana, bu süreç Endonezya modern siyasetinde bazı yeni gelişmelere işaret ediyor. Bunlar arasında, yerel siyasetten tecrübe kazanarak yükselen ‘sivil’ bir siyasetçinin varlığı; kendisi bizzat adaylığını açıklamayan bir siyasetçinin, dış aktörler ve kurumlar vasıtasıyla başkanlığa bir anlamda ‘zorlanıyor’ oluşu; orduyla ve ‘köklü ailelerle’ doğrudan bağı olmayan biri ve de en önemlisi adı yolsuzlukla anılmayan ‘temiz’ bir aday gibi özellikler bulunuyor. Endonezya’yı çevre ülkelerdeki siyasi yapılarla da değerlendirdiğimizde bu aslında tüm bölge için yepyeni bir siyasi fenomen. Jokowi seçeneği niçin yeni bir olgu olduğu üzerinde kısaca duracağım.
Jokowi’nin Cakarta Valiliğine seçilmesine kadar, Başkanlık yarışında gündemde -aşağıda değineceğim üzere- iki emekli general vardı. Bu bağlamda yakın geçmişe kadar, son iki dönemdir başkanlık görevini yürüten Susilo Bambang Yudhoyono’nun (SBY) kanunen bir daha seçilme imkânı olmamasından hareketle, gözler yeni ‘ordu kökenli’ bu adaylara çevrilmişti. Kimdi bu adaylar? Biri Prabowo Subianto diğeri de Wiranto... Her ikisi de ordunun en önemli birimlerinde görev yapmış, 1990’lı ve 2000’li yılların başlarında Doğu Timor, Papua ve Açe gibi bölgelerdeki soykırıma varan insan hakları ihlâllerinden sorumlu tutulan ancak bugüne kadar hiçbir yasal sürece konu olmamış generaller. Ancak emeklilik sonrasında ülkeye hizmetten geri kalmamak adına kendi partilerini kurarak, Suharto sonrasında tümüyle sivillere olanak tanıyacağı varsayılan siyaset arenasında kendisi de eski bir ordu mensubu olan Susilo Bambang Yudhoyono’ın izinden giderek boy gösterdiler. Bu süreçte, Prabowo ‘Büyük Endonezya Hareketi Partisi’’ni (Gerindra), Wiranto ise ‘Halkın Vicdanı Partisi’ni (Partai Hati Nurani Rakyat) kurdu.
Peki bu iki generali siyaset arenasında aktör olmaya iten nedenler neler? İlki hiç kuşku yok ki, Suharto’dan devşirildiği üzere, üniformayı çıkardıktan sonra siyasete atılmak... Bu işin bir yanı. Öte yanında ise maddi gücün nasıl temerküz edileceği hususu var. Sivil siyasette güç aileden tevarüs ettiği gibi, maddi kaynaklarla da son derece ilintili. Bu anlamda, her iki emekli generalin “siyasi ve de maddi varsıllık” noktasında elinin pek de dar olduğu söylenemez. Prabowo, merkez bankası kurucusu bir büyükbaba ile ülkenin Suhartolu yıllarda Ekonomi Bakanlığı’nın yanı sıra, Araştırma ve Teknoloji Bakanlığı da yapmış ve Suharto’nun kızlarından biriyle evli olan bir babadan geliyor. Bu aile mirasının yanı sıra, askerlik ‘maaşından’ gelirleri ile ülkenin en zengin siyasetçisi konumunda. Wiranto ise başkanlık yarışında yardımcılığına medya devi Hary Tanoesoedibjo’yu almasıyla Prabowo’nun zenginliği karşısında gardını sağlamlaştırmış gözüküyor.
Bugüne kadar kapsamlı sosyo-siyasi yapılaşmalar ve bunun çıkış noktası olan ideolojiler bağlamında sağlıklı ve sürdürülebilir bir yönelim sergileyemeyen ülke siyasetinde yeni bir durumdan bahsetmek ne kadar mümkündür? Asker veya sivil olsun, siyaset sahnesinde rol alan veya almaları istenen kişilerin bireysel karizma, maddi/manevi güç odakları olmalarından öte bir hususiyetten söz edilemiyor. Buna en iyi örnek son iki dönemdir devlet başkanlığı görevini yürüten SBY’ın 2004 yılında Demokrat Parti’yi kurarken ortaya koyduğu hedeflere bakmakta fayda var. SBY da eski bir ordu mensubuydu ve Suharto sonrasında bir türlü sivil siyasetçilerce ortaya konulamayan ‘reform’ sürecini bizzat kendisi şekillendirmek istiyordu. Kurucusu olduğu ‘Demokrat Parti’ ile ülke siyasal yaşamına bir soluk getirmenin ötesinde, Amerikan tarzı bir yapılaşmanın kapısını aralamak amacındaydı. Ancak aradan geçen on yılın ardından ortada Demokrat Parti’den pek de eser kalmadığı; bugüne kadar SBY’ın bir tür karizması veya siyasi etkileşimleriyle Parti’nin varlığını sürdürdüğü; son üç yıllık süreçte de parti üst düzey kadrolarının adlarının çeşitli yolsuzluklarla birlikte anılmasıyla toplum nezdinde inandırıcılığının sona erdiği gözleniyor.
Demokrat Parti’de üst üste yaşanan yolsuzluk depremlerinden sonra Parti’nin siyasi ömrünü uzatma adına yeni yüzler ortaya çıkmaya başladı. Bu vesileyle toplanan parti meclisi on bir aday arasından seçim yapmaya karar verse de, bugüne kadar bu adaylardan başkanlık yarışı için bir isim belirlenebilmiş değil. Bununla birlikte, adı öne çıkan adaylardan biri var ki, o da Pramono Edhie Wibowo... 2011-2013 yılları arasında Endonezya Genelkurmay Başkanlığı yapan Wibowo, devlet başkanı Susilo Bambang Yudhoyono’nun (SBY), kayınçosu aynı zamanda. Parti’de adaylık sürecinde bu ismin öne çıkması bile, parti üst düzey yönetiminde yaşanan gelişmelerden henüz ders alınmadığını ortaya koyuyor. Demokrat Parti kendi başına ‘sivil bir yönelim ve yapılanma sergilemek yerine, kurucusu SBY’ın yakın çevresindekilerin adlarıyla ayakta kalması hedefleniyor.
Bu anlamda, ulusal siyasette yeniden başa dönülmüş oldu. Zaten bu nedenledir ki, 1998 yılı Mayıs ayında 32 yıllık iktidarını bırakmak zorunda kalan Suharto’dan sonra bir türlü bitmek bilmeyen bir reform sürecinden bahsediliyor.
Ancak, Jokowi’nin adaylığının gündeme getirilmesiyle yukarıda zikredilen iki generalin düne kadar gür çıkan sesleri kısıldığını söylemek mümkün. Dün siyaset ajandasını belirleyen veya bu yönde önemli girişimlerde bulunan bu iki ismin yerini Jokowi almış durumda. Bu gelişme, ulusal siyasetin ‘sivilleşmesi’ noktasında olumlu karşılanabilir. Burada bir kez daha hatırlatmakta fayda var ki, Jokowi bu süreçte bizzat kendisi ön plâna çıkmış değil. Onu ‘siyaset yarışının’ odağına iten güçler var. Bu noktada, Jokowi adı, yolsuzluktan epeyce yıpranmış bir yönetim nedeniyle kimileri nezdinde bir alternatif olarak algılanırken, söz konusu bu yolsuzluk ortamının sürgit devamından yana olanlarca bir tür ‘tehdit’ olarak algılanması da aslında doğal bir çatışmanın göstergeleri olarak değerlendirilebilir. Jokowi son birbuçuk yıllık Cakarta Valiliği görevinde çokça yaygın olan ‘yolsuzluk’ versiyonlarına temayül göstermedi, göstermeyeceğini de zaten daha başından ifade etti. Kurulu düzenle, bu düzeni yerel yönetimden başlayarak yeniden şekillendirme amacı güden Jokowi ‘tehdidini’ ortadan kaldırmanın bir yolu da çeşitli vasıtalarla onu manipüle etme sürecidir.
‘Jokowi’ adını başkanlık yarışında öne çıkartan kimler peki? Oklar, ilk olarak Megawati Sukarnoputri’yi gösteriyor. Uzun yıllardır, Endonezya Demokratik Mücadele Partisi (PDI-P) başkanlığını yürüten ülkenin kurucu babası Sukarno’nun kızı Megawati... 2001-2004 yılları arasında devlet başkanlığı ‘ordu vasıtasıyla’ kendisine tevdi edilen ancak, 2004 ve 2009 seçimlerinde siyasi başarı elde edemeyen ve uzun siyaset hayatından neredeyse emekli olacağı ve yerine kızı Maharani’nin geçeceği konuşulan Megawati, birden Jokowi ile yeniden gündeme gelmeye başladı. Megawati’nin devlet başkanı olamayacağı bilindiğinden partinin beyin takımı Jokowi adıyla, en azından 41 yıllık partinin varlığının devamı noktasında çaba sergiliyorlar. Megawati’nin, Jokowi’nin daha Solo belediye başkanlığı döneminden başlayan parti üyeliği ve doğn sempatisi bugünlerde epeyce artmış durumda. 67 yaşındaki Megawati’nin, Jokowi marifetiyle devlet başkanlığına aday olabileceği de gündemde yer alan önemli hususlardan biri. Aslında daha önce de yazdığımız gibi, Jokowi adı, başkanlık yarışında adı geçen önemli isimler için bir tür ‘siyasi mesih’ konumunda. Geniş halk kitlelerinin Jokowi’ye sempatisinin kamuoyu yoklamalarında da ciddi bir başarı olarak gündeme gelmesi, Megawati’den Prabowo’ya, Golkar lideri Aburizal Bakri’den PAN lideri Hatta Rajasa’ya kadar liderler skalasında bir “Jokowi mecburiyeti” doğuruyor. Şunu da hatırlatmadan geçmeyelim. Megawati’nin kısa süren devlet başkanlığı döneminde kabinesinde güvenlikten sorumlu bakan olarak yer alan Susilo Bambang Yudhoyono’nun ‘gadrına’ uğramıştı. Şimdi de aynı süreci yaşamamak ve siyasi yaşamında ikinci defa alt edilmişlik psikolojisini tecrübe etmemek için Jokowi bağlamında temkinli davrandığı da ortada.
Tabii şimdilik Jokowi’nin ulusal siyaset zemininde ne tür bir rol oynayacağı meçhul. Daha önce de vurguladığımız gibi, tüm pozitif yaklaşımlarına rağmen, Cakarta gibi metropol şehrin sorunlarını halletmeden, 240 milyonluk bir ülkeyi yönetme makamına gelmek henüz siyaset hayatı için genç denilebilecek bir yaşdaki (52) Jokowi’yi bitirmekle eş değer. Bu bağlamda, Jokowi birtakım çevrelerin kendisine biçmekte oldukları rolü mü üstlenecek, böylece söz konusu bu çevrelere meşruiyet kazandıracak bir dayanak noktası mı olacak, yoksa kendi ayakları üzerinde duran ve ülke halkının beklediği ‘temiz’ siyasetçi örneğini mi sergileyeceğini zaman gösterecek. Bir diğer önemli husus ise, devlet başkanlığı bağlamında Jokowi’nin adı giderek güçlü bir şekilde zikredilse de, kendisinden yerel yönetim icraatları dışında ülke, bölge ve dünya gündemini teşkil eden konularda bir görüş, bir proje, bir büyük siyaset açılımı duyulmadı. Oysa, Endonezya sadece geniş bir coğrafyayı devasa bir nüfusu içeren bir ülke olmayıp ASEAN içerisinde en büyük ekonomi, bölgenin barış ve istikrarında vazgeçilmeş bir ‘partner’, yatırım ve ekonomik kalkınmada Batılı ulusaşırı şirketler ve devletler nezdinde iştah kabartan bir pazar vs. vs. Tüm bu olanaklar ve olasılıklar çerçevesinde ülkeyi yönetecek liderin bir vizyonunun elbette olması gerekiyor.
Jokowi bir siyasi hareketin lideri değil, sadece PDI-P’nın, yani Megawati’nin partisinin bir üyesi. Yerel yöneticilikteki başarı ile yukarıda zikrettiğimiz siyasi çevrelerin dikkatini çekmesiyle Cakarta’ya ‘terfi ettirilen’ biri. Bu bağlamda, halkın Jokowi’ye teveccühü ile bu teveccühün siyasi iktidar aygıtını yeniden yapılandırma ve yönetme bağlamında nasıl bir ideolojiye veya siyasi harekete denk geldiği de belirsizliğini koruyor. Halkın Jokowi’ye sempatisinin ardında, sadece siyaset kurumu değil, kamu kurumlarının neredeyse hepsini kuşatmış ‘kokuşmuştan’ bıkkınlık geliyor. Jokowi, kendisini öne çıkaran siyasi odakların manipülasyonlarını görebilecek ve zaten bu yapılara tepkisini en görünür bir şekilde, yani sandık başına gitmeyerek göstermiş halkın taleplerine karşılık gelecek bir siyasi hareket başlatabilir mi? Çünkü halen varlığını sürdüren bu yapı, Suharto döneminin kalıntıları olarak algılanmakla kalmıyor, sivil siyasetçilerin beceriksizliği ve vizyonsuzluğu karşısında her daim çözüm olarak asker kökenli siyasetçilerin varlığına kapı aralıyarak, aradan geçen 15 yılı aşkın süreye rağmen reform sözcüğü gündemden inmeyen bir kavram olarak yerli yerinde duruyor. Bu noktada, Jokowi’nin önünde ya bu siyasi çevrelere eklemlenmeye ve ikincil konumda kalmaya mahkumiyet ile yeni bir siyasi vizyon ortaya koyma arasında kayda değer iki seçenek bulunuyor.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar