Mehmet Özay 6 Nisan 2014
Sahip olduğu nüfus yapısıyla dünyada demokrasiyle yönetilen “en büyük” büyük ülkesi unvanına sahip Hindistan’da seçimler 7 Nisan’da başlıyor. Farklı safhalara konu olan söz konusu bu seçimler Mayıs ortasında sonlanacak. Seçimler öncesinde analizler, kamuoyu yoklamaları vb. göstergeler dikkate alındığında, hiç kuşku yok ki, ilk genel sonucun Kongre Partisi’nin son iki dönemdir süren yönetiminin sona ereceği üzerine oluşuyor. Bunu öngören Amerika Birleşik Devletleri yönetimi seçimlere haftalar kala, özel bir elçiyi adaylar arasından kuvvetle muhtemel başkan olacak “Bharatiya Janata Party” (BJP)’nin ultra milliyetçi lideri Narendra Modi’yle görüşmeye gönderdi.
Seçimlerde BJP ile Kongre Partisi arasında geçmesi beklenen rekabete ulusal ölçekte üçüncü bir güç olarak eklemlenen ve çok yeni bir oluşum olan Halk Partisi (Aam Aadmi)’nin nasıl bir performans sergileyeceği merak konusu. Son yapılan kamuoyu yoklamalarında Halk Partisi’nin, Kongre Partisi’nin önünde yer alması, toplumda kurulu siyasi yapıya yönelik önemli bir karşı çıkış olarak yorumlanıyor. Mayıs ayı ortalarında tamamlanacak seçimin bu şekilde sonuçlanması halinde, iş hükümeti kurmaya geldiğinde ittifak ilişkileri yeni açılımlara kapı aralarken, yeni bir siyaset yapma biçiminin de yer bulacağı söz konusu olabilir.
Bununla birlikte, yerli ve yabancı gözlemciler, BJP’nin 524 sandalyeli parlamentoda 300 civarında milletvekili çıkarmasıyla çoğunluk hükümeti kuracağı yönünde tahminde bulunuyor. Ancak, eyaletler bazında yönetilen bu dev ülkenin her bir köşesinde ulusal partilerin tek başlarına siyasi varlık göstermeleri beklenmemeli. Bu nedenle, tıpkı geçen on yılda Kongre Partisi iktidarında olduğu gibi, BJP’nin de olası seçim zaferinde çeşitli eyaletlerdeki yerel partilerle işbirliği/koalisyonu göz ardı edilemez. Bu durum, gözlemcileri yerelin siyasi arenada sözcülüğünün yerine getiliyor oluşu gibi bir pozitif yaklaşıma götürse de, bugüne kadar hükümetlerin vaadlerini yerine getirememe de, bu yerel siyasi aygıtlara ve temsilcilerine biçilen ‘maddi değer’in olumsuzluğu da bir gerçek. Ve bu yerel unsurlarla etkileşimin azımsanmayacak bir boyutunda yani yerelle siyaset yapma biçiminde yolsuzluğa kapı aralandığını unutmamak gerekir.
Öyle ki, adı “iş ve yatırım”la birlikte anılan BJP’nin çeşitli eyaletlerdeki yönetimlerinde dış yatırıma izin verilmemesi, BJP’nin merkez anlaşıyı ile çevredeki BJP temsilcilerinin yaklaşımlarındaki farkı ortaya koyuyor. Yani, bölgedeki çeşitli ülke siyasetinde de görüldüğü üzere ‘demokratik’ seçimlerde ‘maddi çıkarlar’ faktörü yadsınamayacak bir alanı oluşturuyor. Bu durum, iktidara kim gelirse gelsin ulusal platformda siyaset yapan oluşumların yerelde etkin siyasi yapılara ‘muhtaç’ olduğu ve bu süreçte eko-politik programlarından tavizler vermek zorunda kaldıklarına dikkat çekilmeli.
Son iki dönemdir ülke yönetimini saran ‘yandaş’ kapitalizmi-yolsuzluk-kötü yönetim üçlüsüne mahkum edilmesi nedeniyle, yüz milyonlarca seçmen nezdinde adına demokrasi denen sistemi umutla umutsuzluk arası bir yere oturtuyor. Ve hiç kuşku yok ki, seçimlerin bu bağlamı bugünlerde çok daha dikkat çekici boyutta. Temelde, yukarıda zikredilen ‘üçlü’, adına gelişmekte olan ülkeler denilen neredeyse tüm yapılarda eşdeğer anılan ‘özellikler’ olduğuna dikkat çekmek gerekir. Hindistan özelinde ele alındığında, sömürgeci güç İngiltere’den miras kalan kurumlar bağlamında ortada pek sorun gözükmese de, bu kurumlara ruh verecek yaklaşımdaki eksiklik, gündelik yaşamlarının daha kolaylaştırılması beklentisi içindeki geniş kitleleri her yeni seçimde yeni bir heyecan dalgası sarıyor.
Temelde Asya’nın üçüncü büyük ekonomisi olarak istatistiklerde yer alan Hindistan, sahip olduğu insan işgücü ve hammadde kaynakları bakımından oldukça zengin. Ancak bunun gündelik yaşamda tekabül ettiği karşılık, istatistiki pozitif göstergelerle uyuşmuyor. Nüfusun önemli bir bölümünün yoksulluk içerisinde bulunması, siyasi partileri bu toplumsal sorunu çözme konusunda farklı yaklaşımları ile gündeme getiriyor. Son on yıllık dönem dikkate alındığında, Gandhi ve Nehru’un gölgesindeki Kongre Partisi’nin sol ve seküler eksenli açılımlarına rağmen, sadece yoksulluğun değil, idaredeki kötü yönetim, yolsuzluk ve adam kayırma gibi olguların gündemden düşmemesi alternatif olarak BJP’yi gündeme taşıyor. Son seçim kampanyalarında Kongre Partisi’nin yoksul kesimlerin sorunlarına yönelik politik açılımları ağırlık kazanırken, bunun bugüne kadar niçin yapılamadığı ve de yoksulluğun önündeki en büyük engelin ‘maddi’ ve ‘manevi’ yolsuzluk olduğunu görmezden geldiğini herhalde Hindistan seçmeni tespit edecektir. Öte yandan, Kongre Partisi’nin bugünlere taşınmasında rolü olan yukarıda ismini zikrettiği iki liderin torunlarından partiye ve ülkeye vaad edebildiği pek bir şey kaldığını söylemek güç.
En son 1998-2004 yıllarında iktidar olan BJP’nin lideri Modi’nin ülkenin kuzeybatısındaki Gücerat gibi tarihsel ve kültürel olarak ticaretin egemen olduğu bir eyaletten gelmesi, onu gerek yerli gerekse yabancı iş çevreleri tarafından ekonomiyi harekete geçirebilecek bir lider konumuna getiriyor. Ancak Modi’nin etnik/dini farklılıklara dayalı böylesine dev bir ülkede siyasi ve toplumsal birliği sağlayabileceği konusunda şüpheler var. Öyle ki, iş çevreleri Modi’ye “iş-çevrelerini tatmin edecek başkan” sıfatını uygun bulur ve ‘alkış’ tutarken, aynı Modi, 2000’li yılların başlarında Gücerat’ta yaşanan ve Müslüman azınlığı hedef alan saldırılarda gerekli tedbirleri almamakla suçlanıyor. Modi adının, aynı zamanda, “ultra-Hindu milliyetçisi” olarak geçtiğini de bir yere kaydetmek gerekiyor. BJP lideri Modi’nin yatırımlara ağırlık verme ve yönetimdeki yolsuzluklarla mücadele yaklaşımı kulağa hoş gelse de, geniş yoksul kesimlerin bu gelişmeden ne denli arzu edilen bir pay alacağı konusu şüpheli.
Kongre Partisi, yoksul kesime yönelik ‘umutları’ ‘sübvansiyonlarla’ vermeye çalışırken, BJP özellikle yerli ve Batılı kapitalist çevrelerin umut bağladığı bir siyasi parti olarak öne çıkıyor. Öyle ki, şimdiden Yeni Delhi’de Başbakanlık koltuğuna oturacak kişinin “iş çevrelerine desteğini gizlemeyen” Modi olmasında şaşılacak bir şey yok. Bölgesel ve küresel gelişmeleri okuyamayan ve zamanında tedbir alamayan Kongre Partisi yönetimindeki Hindistan’ın gelip dayandığı nokta, “seküler-Hindu milliyetçiliği” esaslı bir yapılanma ile varlığını devam ettirme arzusundan başka ortada bir yaklaşım görülmüyor. Daha önce de söylediğimiz üzere, halkının önemli bir kısmı yoksullukla mücadele eder ve ülkenin metropolleri ve derin kırsallarında alt yapı sorunları almış başını giderken, hükümetin uzay çalışmalarına devamı birşeylerin yanlış gittiğini ortaya koyuyor.
Bu noktada, özellikle Batılı devletlerin Hindistan’a ve olası yeni Başbakan’a bakışlarında nasıl bir perspektife sahip olduklarının ipuçlarını da bulmak mümkün. Tıpkı Myanmar’da olduğu gibi, değişik kriz safhalarına maruz kalan Batılı kapitalist sistemlerin uğruna azınlık konumundaki kitlelerin son derece temel, dini-kültürel-etnik varlıklarını devam ettirme konusundaki hakim güçler görmezden gelmeyi yeğlemektedir ve bu anlamda ilgili ülke iktidarlarının zulme ve hatta soykırıma varan icraatları karşı mevcut yapıyı değiştirebilecek bir yaklaşım sergilememektedirler. Bu durumda, bölge ülkelerini, önce ucuz işgücü ve maliyet noktasında kazançlı çıkıp Batılı piyasalara ‘hükmetme adına’ imalat sanayiinin gelişmesine kapı aralama çabaları, ardından yerli ‘piyasaları’ kapitalizme eklemlemede yani tüketim toplumu öznesi haline getirme çabaları Hindistan’da da karşılık bulacaktır. Modi’nin, alt yapı çalışmalarına hız vermesi, en azından bazı Eyaletlerde dış yatırımı teşvik etmesi, önce kendisine en yakın ASEAN pazarı, ardından Avrupa Birliği ve ABD piyasalarıyla etkileşimi Hindistan’ı -Çin karşısında- siyaseten de ABD odaklı bir merkeze oturtmanın aracı olacaktır.
Seçimler Hindistan’da iç siyaset kadar bölgesel ve küresel gelişmelere nasıl yön verebileceğinin de gözler önüne serilmesini sağlayacak. Bu anlamda, Hindistan adının komşu ülkeler Pakistan ve Bangladeşle ilgili olduğu kadar, Güneydoğu Asya’nın tarihsel ticaret ortağı olarak da zikredildiğini hatırlatalım. Hindistan’ın komşularıyla ilişkilerinde Pakistan ve Bangladeş aslında organik yapıdan ayrılmış parçalar. Bu nedenle, bu iki ülkenin bütünden ayrılma süreçleri, bugün ilgili ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri etkileyen bir unsur. Bangladeş’in kuruluşuna giden yolda, Pakistan’la verilen kısa süreli savaşta Hindistan ordusunun rolü ve ülkenin bağımsızlık anlaşmasında Hindistan Diş İşleri’nin rolü dikkate alındığında Hindistan’a eklemlenmekten kurtulamayan bir Bangladeş varlığı ile karşılaşılır. Öte yandan, Pakistan’ın 1947’deki ayrılışında rol alan Kongre Partisi yönetimindeki Hindistan’a karşı Pakistan hükümetlerinin ve de halkının oldukça mesafeli duruşları Hindistan’ı kuzeybatı sınırında da hareket kabiliyetini kısıtlayan bir unsur olarak ortaya çıkıyor.
Öte tarafta, küresel boyutta Çin’in Doğu Asya’dan Güneydoğu Asya ve Hint Okyanusu üzerinden Ortadoğu ve Afrika’ya doğru uzanan ekonomik yayılmacılığı karşısında bu ülkenin, yani Hindistan’ın Amerika’nın ‘müttefiki’ konumuna oturtulmasına neden oluyor. Tüm bu özellikleri ile bölgesel ve küresel arenada dikkat çeken Hindistan’daki seçimler bir başka önem taşıyor. Bu çerçevede, Hindistan’ın, Çin gibi bir güçle rekabet kabiliyetine ne kadar sahip olduğu da dikkatlere sunulmalı. Çin, siyasi ideolojisinden vazgeçmemekle birlikte, ekonomik kapitalizme eklemlenmede yoluna devam ederken, Hindistan, bir zamanların ‘bağlantısızlar’ grubunda yer alsa da, sömürge dönemi yansımaları noktasında Batı’ya daha yakın duran bir ülke görünümünde. Ancak bu durum, Hindistan’ı karşı karşıya kaldığı iç sorunlarını halledip, Çin gibi bir güce karşı bölgede varlığını pekiştirecek girişimlerde bulunabildiğini söylemek güç. Bu noktada, bölgesinde aktif rol alabilecek bir Hindistan’ı bölgeye eklemleyecek en önemli siyasi ve ekonomik birliğin ASEAN olduğu görülür. Öte yandan, Çin’e karşı bölge ülkeleriyle siyasi ve askeri ilişkileri geliştirmeye hız veren ABD’nin Hindistan ile ilişkilerde de benzer bir sürece başladığı dikkat çekiyor. Yukarıda değindiğimiz üzere, daha seçimler öncesinde kazanma olasılığı yüksek Modi’ye elçi gönderilmesi bunun en açık bir ifadesi. Burada çelişkili olan, hem nüfus, kültür ve hem de kaynaklar bakımından ‘zengin’ olan Hindistan’ın kendi ayakları üzerinde durabilecek, en azından bölgesinde bir siyasi olmasa bile ekonomik bir havuz oluşturabilecek kapasitede olmaması ülkede bir şeylerin yanlış gittiğini ortaya koyuyor.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar