Mehmet Özay 28 Nisan 2014
Bir ABD Başkanı’nın 48 yıl aradan sonra ilk defa gerçekleştirdiği Malezya ziyareti ülkenin gündemi belirledi. Neredeyse tüm medya organlarının ‘Obama’nın popülerliğinden hareketle işlemeye çalıştığı bir ziyaret gerçekleşti. Yarım yüzyıl sonra bir ABD Başkanı’nın ziyaretinin sembolik anlamının medyada öne çıkarıldığı bir ziyaret oldu... Özellikle iki liderin beden dili ve birbirlerine hitapları, Sultan Abdülhalim’in Obama onuruna verdiği yemek ve Obama’nın Pazar günü Kuala Lumpur’daki Ulusal Cami’yi ziyareti önemliydi. Bu sembolik boyutlarla Malezya halkına da açıkça bir mesaj vardı. Nüfusunun yüzde 60’a yakını Müslüman olan ülkede, özellikle bu kitleye verilen bir mesaj güçlü bir şekilde hissedildi. Buradan hareketle ABD-Malezya ilişkilerinde umutlar biraz da geleceğe taşınmış oldu.
Eski başbakan Dr. Mahathir Muhammed döneminde Batı karşıtlığı söylemiyle öne çıkan ‘siyasi dil’in yerini, son dönemde ABD’yle neredeyse sonuna kadar işbirliğine açık bir siyasetin izleri var. Bunun ilk adımlarının Başbakan Necib Bin Razak’ın 3 Nisan 2009 tarihinde göreve gelmesiyle başladı. 2009 yılı Obama’nın da Başkanlığa başladığı dönem olması dolayısıyla dikkat çekici. Başbakan Necib’in ABD ile ilişkileri güçlendirme konusundaki çabaları özellikle 2010 ve 2011 yıllarında üst düzey bürokratların ziyaretleriyle gündeme geldi. Başbakan Necib’in Amerika gezisinde çok kültürlü dinli bir toplum yapısına sahip Malezya’da “Küresel Ilımlılar Hareketi” adıyla bir oluşumu gündeme getirmesi ve bunu başta Obama olmak üzere ABD’li yetkililerle paylaşması ABD ile ilişkilerde bir avantaj olarak öne çıkarıldı.
İki ülke ilişkilerinin Güneydoğu Asya’nın güvenlik ve jeo-stratejik, jeo-ekonomik bağlamını ilgilendiren görüşmelere konu olacağına kuşku yoktu. Ziyaret öncesinde Trans-Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) görüşmeleri, güvenlik ve savunma konuları gibi akla gelen birkaç ana konu vardı. İki gün süren görüşmelerin ardından, iki ülke ilişkilerinde yeni bir safhaya girildiği mesajı önem taşıyordu.
Bu yeni dönemi tanımlayan kavram ise “Kapsamlı İşbirliği”. Bu işbirliği ile ilişkiler bütününde güvenlik, ekonomi, eğitim, bilim ve teknoloji alanları öne çıkıyor. Genel itibarıyla ilişkilerin söz konusu bu alanlar çerçevesinde giderek artırılmasını öngörülüyor. “Kapsamlı işbirliği”nin en önemli unsurunu güvenlik alanı oluşturuyor. Başkan Obama, bu işbirliğine atıfla, “güvenlik işbirliğinin” artırılacağını söylerken, buna bilgi ve enformasyon akışının da dahil olduğunu ifade etti.
Kapsamlı işbirliğinde güvenlik ve savunma ilişkilerinin özel bir yeri olmasına rağmen Malezya’nın genel dış politikasına uygun olarak ülke topraklarını herhangi bir ülkenin askeri varlığına açılmasına hiç de sıcak bakılmıyor. Ancak, Malay ordusunun modernizasyon ve eğitiminde ABD ile işbirliği yapılıyor.
Bir başka önemli husus ise,ABD askeri gemilerinin Malezya limanlarını ziyaretlerinin son dönemde artmış olması. Bunun yanı sıra, terörlü mücadelede de iki ülkenin yakın işbirliği içinde. Bu anlamda, ABD’den güvenlikle ilgili bazı fonların kullanıldığı, kapasite geliştirme programları gerçekleştiriliyor. Ve bu ilişki iki ülke arasında siyasi ilişkiler sürdüğü müddetçe varlığını devam ettirecek bazı uzmanlarca üzerine basa basa ifade ediliyor.
‘Kapsamlı İşbirliği’ işbirliğinin, sadece iki ülke ilişkilerinde yeni bir boyuta tekabül etmediği açık. ABD’nin, Doğu ve Güneydoğu Asya’da oluşturmak istediği yeni denklemle yakından ilişkili. Çin faktöründen dolayı da bir tür tehdit algısını işletmek ve buradan hareketle yeni bir ‘ittifak grubu’ oluşturma yönünde çaba içerisinde olduğu gözleniyor. İttifak oluşumunun bir ayağını ‘güvenlik’, diğerini de ‘ekonomik’ birliktelik bulunuyor. Bu konular konuşulurken Çin’in adı açıkça zikredilmediği gibi, TPPA konusunda da öyle kararlı olunduğu konusunda bir ima ortaya çıkmadı.
Basın açıklamalarında Malezya’nın Çin’le olan hem kendi nüfusu hem de dış politikası açısında özel konumu nedeniyle bu ülkenin adı açıkça anılmadı. Ayrıca son dönemde giderek artan ticari ilişkileri kadar kayıp uçak konusunda Çin'den gelen önemli serzeniş ve eleştirilerin payı unutulmamalı. Malezya’nın Güney Çin Denizi’nde anlaşmazlığa taraf olan ülkelerden biri olması ve bu anlamda Çin’le henüz restleşmeye girmek istememesi de eklenmeli.
Bir başka neden ise, kuşkusuz ki, kimi uzmanların belirttiği gibi, Malezya’yı ‘Çin mi Amerika mı’ seçeneğinde bırakacak yaklaşımın doğru olmadığı ve bu anlamda Malezya hükümetinin böylesi bir çıkışa mani olacak girişimleri Amerikan makamları nezdinde önceden yapmış olması da oldukça rasyonel bir durum. Malezya’nın ekonomi ve ticari ilişkilerinde ABD’nin yeri kadar, en azından rakamlar dikkate alındığında Çin’in daha kayda değer bir payı olduğu unutulmamalı. Bugün Çin, Malezya’nın dış ticaretinde 40 milyar Dolar’la ilk sırada yer alırken, ABD dördüncü sırada yer alıyor. Bu anlamda Çin, Malezya’nın en büyük ticari partneri konumunda. Çin’in, aynı zamanda Malezya’nın yatırım iklimine sıcak baktığı ve giderek artan sayıda Çin şirketinin Malezya’da yatırımlara başladığı da biliniyor.
Beklendiği üzere TPPA konusundaki görüşmelerde ilerleme kaydedilmesi bağlamında sadece bir iyi niyet yaklaşımı ortaya konurken, bu anlaşmanın niçin ivedilikle imzalanamayacağına dair de çekinceler paylaşıldı. Özellikle, Başbakan Necib Bin Razak, TPPA’nın avantajlarının dezavantajlarından çok olması halinde imzaya açılabileceğine dikkat çekiyordu. Bu cümle, Malezya’nın henüz söz konusu anlaşmaya imza at/a/mayacağının dolaylı bir ifadesiydi. Başbakan’ın bu söylemde elini güçlendiren ise, hiç kuşku yok ki akademi ve sivil toplum kesimlerinden de söz konusu anlaşmaya tepki gelmiş olmasıydı...
TPPA görüşmelerinden, insan haklarına kadar çeşitli konularda tabiri caizse yarım ağızlı yaklaşım, Malezya’nın kendi iç siyasi dengelerinden hiçbir şekilde bağımsız olunamayacağını ortaya koyuyordu. Obama’nın Başbakan Necib Bin Razak’la görüşmelerinde ve resmi plânlamanın dışında başbaşa kaldığı zaman dilimlerinde neler konuştukları önemli. Başbakan Necib’in Obama’ya Malezya’nın çok etnikli, ancak bununla birlikte ‘oldukça problemli’ toplum ve siyasi yapısına ve özellikle de “Bumiputra”nın, yani ülkenin asli insan varlığı olarak Malay Müslümanlar ve bazı yerli unsurların kaçınılmaz ekonomik ve de siyasi haklarına vurgu yapmadığını düşünmek olanaksız. Zaten TPPA’ya reddiye getirilmesinin nedenlerinden biri de Butiputra’ya aktarılan ekonomik kaynakların kısılması endişesidir.
ABD nezdinde Malezya’nın ne gibi ekonomik-siyasi işbirliğine açık olabileceği sorusu önemli. Bu soruya verilebilecek ilk pratik cevap, Malezya’nın G-20 grubu içinde yer alırken, 2015 yılında ASEAN dönem başkanlığını üstlenmesi ile de ABD için bölgede vazgeçilmez bir stratejik partner önemi kazanıyor. Bu durum dikkate alındığında söz konusu bu ziyaretin, iki ülke ilişkilerinde bir dönüm noktası olarak kabul etmek gerekir. Ki bunun somut göstergesi ‘kapsamlı işbirliği’ konusunda mutabık kalınması oldu.
Hükümet kanadında resmi görüşmeler nefes kesen bir süreçte gerçekleşirken, muhalefet de boş durmadı. Daha ziyaret öncesinde ‘Amnesty International’ tarafından Obama’ya sunulan raporda, Malezya’daki sivil haklarla ilgili endişelerin bizzat Başbakan Necib’e iletmesi beklentisi vardı. Tabii böyle bir talebin iletilip iletilmediği şimdilik bilinmiyor. En azından basın toplantısında bir gazetecinin bu konudaki açık sorusuna Obama üstü kapalı olarak cevap vermeyi tercih etmesi Malezya hükümetinin hassasiyetlerine dikkat ettiğini gösteriyordu. Bir diğer önemli konu, Enver İbrahim’le görüşüp görüşmeyeceğiydi. Bu konudaki soruya da Obama, her ülkede her muhalefet lideriyle görüşmediğini, ancak bunun yaşanan bazı durumları yadsıdığı anlamı da taşımadığını söyleyerek geçiştirdi.
Ancak resmi görüşmelerin dışında Obama, Malezya’da “serbest ve adil seçim koalisyonu (Bersih) üyeleriyle de bir saate yakın görüşme yaptı. Şehir merkezinde kaldığı Ritz-Carlton otelinde gerçekleşen görüşmede, Bersih Başkanı Marıa Chin’, 5 Mayıs 2013 tarihinde yapılan 13. Genel seçimlerdeki usulsüzlüklerin yanı sıra, insan hakları, kanunların uygulanmasındaki ilhaklar, dini ve ırklar arası kutuplaşma, Enver İbrahim’in yargılanma sürecinde resmi çevrelerin müdahalesinden kaynaklanan haksız yargılama süreci, medya üzerindeki hükümet baskısı gibi ulusal düzeyde önem taşıyan konuları gündeme getirdi. Toplantıya ayrıca, ‘İslami Rönesans’, Malezya İnsan Hakları Komisyonu (Suhakam), Malezya Kiliseler Birliği, “Sisters in Islam”’dan temsilcilerin katılması, Obama yönetiminin ülkedeki sivil inisiyatife verdiği bir değer olarak kabul edilebilir.
Bir ABD Başkanı’nca yarım yüzyıl sonra gerçekleştirilen bu ziyaretin Malezya’nın uluslararası alanda bir aktör olmaya hazırlandığı dönemde daha da önem kazandı. Malezya bir yandan 2015 ASEAN dönem başkanlığına ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Geçici Üyelik’e hazırlanırken, öte yandan da 2020 Vizyonu’nu gerçekleştirerek gelişmiş ülke statüsü kazanmak istiyor. Tüm bu süreçlerde ihtiyaç duyacağı siyasi ve ekonomik desteği hiç kuşku yok ki, çıkar ilişkileri gözetmek suretiyle ABD gibi bir güçten alabileceğinin farkında.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar