Mehmet Özay 5 Eylül 2015
Çin ve Singapur devletleri arasında resmi ilişkilerin yirmi beşinci yılı. Kutlamalar, eğlence tarzından ziyade toplantılar ve çeşitli ziyaretler bağlamında gerçekleştiriliyor. Bu ziyaretlerin ilkinde, Singapur Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tony Tan, Temmuz ayı başlarında Çin’i ziyaret ederek Xi Jinping’le görüşmüştü. Akabinde iki taraf yetkililerinin ülke ziyaretleri karşılıklı şekilde devam ediyor.
İlk etapta Çin gibi 'dev’ bir ülke, diğer yanda Singapur gibi, sadece yedi yüz on dört kilometre kare genişliğinde bir ada şehri özelliğine ‘takınıldığında’, “Çin’in Singapur’la ‘ne işi olur?” türünden sorular gündeme getirilebilir. Bunun biraz ötesine geçip, Çin’in siyasal sistemi anlamında komünizmine karşılık, ekonomide liberal açılımlarıyla gündeme geldiği hatırlandığında, Singapur’un bu dev ülke için kayda değer bir partner olmaması için bir neden gözükmüyor. Bununla birlikte, hiç kuşku yok ki, iki ülkeyi birleştiren en önemli hususiyet, halklarının özelliklerinin başında “Hakka, Teochew, Han, Hokkien” gibi etnik Çinlilerin çoğunluğu oluşturması geliyor. Singapur özelinde düşünecek olursak, 1990’lardan itibaren Çin’le etkileşiminin dayanak noktalarından biri, belki de ilkini bu demografik özellik oluşturuyordu.
Öte yandan, bu hususiyetin, Çin’deki siyasi yapılaşmanın Singapur üzerine etkisinin ortaya çıkmasında da başat bir rolü olduğu görülür. Tabii tarihi derinliğine girmeden, 1940’lardan 70’li yıllara kadar Ada’da şu veya bu şekilde varlığını sürdüren komünist hareketin kendine rol aldığı, kısmen lojistik ve kültürel destek bulduğu ülke Çin’di. Buna rağmen, Singapur’un kurucu babası ve uzun yıllar başbakanlığı ve ‘danışmanlığı’nı yapmış olan Lee Kuan Yew’ın tespitine göre, bu ilişki temel itibarıyla romantik bir etkileşimin ötesine geçebilmiş değildi. Bundan çok daha önemlisi, belki de Konfüçyuscu eğitimin sosyal ve hatta siyasal sistemi şekillendiren etik yapılaştırmasıdır. Singapur, tüm ultra modern gelişmişliğine rağmen, ebeveyn-çocuk(lar), devlet-halk etkileşimi gibi alanlarda desteği bu eğitim felsefesinden tedarik ediyor. Ve bunun da, hayatının sonuna kadar LKY’un söylemlerinin ve de pratiğinin başat noktası oluşturduğu gözlemleniyor.
Tam da bu noktada, Singapur’un ekonomide ilerlemeci politikalarının ve de buna dayanak oluşturan istikrarlı ve sürdürülebilir bir yönetim çerçevesi oluşturmasında, ana kıtadaki yani, Çin’de ortaya çıkan “Mandarin sistemi” adı verilen ve devlet içerisinde üst düzey rekabete olanak tanıyan yapı olduğuna kuşku yok. Bu bağlamda, benzer yapılaşmanın izlerini Çin yönetiminde de takip edebiliriz. Tek parti iktidarının yol açtığı yanlışlar örneğin, sürekli gündeme taşınan yolsuzluklar bağlamında görmek mümkün. Bununla birlikte, şu anki devlet başkanı Xi Jinping’in eğitimi, siyasi kariyeri, kişiliği ve de başkanlığı sürecinde bugüne kadar parti içerisinde ‘yolsuzluklar‘ konusundaki yaklaşımları ile Mandarin sisteminin belki de en iyi temsilcisi olarak kabul edilebilir.
İki ülke ilişkilerinin salt Singapur-Çin bağlamında gelişmediğini, aksine çeyrek yüzyılda ortaya konan ilişkilerin bölgesel yani, ASEAN ve de küresel yani, Çin-ABD ilişkilerine de yansıyacak yönelimleri olduğunu gözlemleniyor. Son dönemde gerçekleştirilen ilişkiler silsilesinin, tarihsel olarak Singapur ve Çin toplumlarının kültürel benzerliğine rağmen, ideolojik ayrışmanın doğurduğu kopmanın tamiri yönünde bir evre gündeme geldi. Bu çerçevede, iki ülke jeo-politikleri kendi sınırlarının ötesine taşarak anlamlı bir ilişki bütününe doğru yol aldı ve almaya devam ediyor. Singapur’un küresel bir güç unsuru olabileceğini ileri sürmemekle birlikte, ülkenin kurucu babası sıfatını taşıyan LKY’ın siyasi hayatı boyunca sergilediği duruş ve ilişkileri küresel bağlamında okuma yaklaşımı, Singapur’u dikkate alınır bir ülke konumuna getirdiğini ileri sürebiliriz. Bunun en açık göstergelerinden biri, Çin üst düzey yetkililerinin Singapur kalkınmacılığının ardından yatan ‘iş ahlâkı’ ve ‘teknolojik yatırımlar’ kadar, LKY’nın ABD ile ilişkilerin nasıl onarılabileceği ve geliştirilebileceği konusundaki düşüncelerine dikkat kesilmelerinde de ortaya çıkar.
Bu çerçevede, Çin’in gerek ekonomik yatırımlar ve kalkınma hamleleri, gerekse küresel boyutta açılım sergilemesinde Singapur’un kayda değer bir yeri ve önemi olduğuna kuşku yok. Bu önem, LKY’ın Doğu-Batı küresel ilişkilerinde geliştirdiği ‘Dış Politika’ evrelerinin bir sonucu. Öyle ki, Lee, bir siyasi beyin olarak salt bir politikacı bağlamıyla meselelere bakmayan, aksine belki daha doğru bir ifadeyle entellektüel çaba içerisinde, meseleleri geniş perspektiften ve yüzyıllar bağlamında, kültürel birikimleri ve etkileşimleriyle ele alma gayretinde olan bir kişiydi. Çin’i kimileri korku ile karışık gözünde büyütürken LKY, Çin’in eksikliklerini, yanlışlıklarını cesaretle gündeme taşıyan kişiydi. Daha iki ülke ilişkilerin resmi olarak başlamasından çok önce, yani 1976 yılından itibaren neredeyse her yıl Çin’i ziyaret eden LKY -ki bu ziyaretlerin toplamı 30’u bulur-, bu ziyaretleri sırasında değişik düzeylerdeki Çinli yetkililerle görüşmesinin neticesinde Çin’in siyasi ve de özellikle kalkınmacı hamlelerindeki rolü incelenmeye değer. Örneğin, Mao Zedong’la görüşen ve onu Çin’in son iki yüz yılda yetiştirdiği en büyük siyasetçi ve de devrimci olarak tanımlayan LKY, aynı zamanda Mao’nun “Kültür Devrimi”yle nasıl Çin toplumunun önünü kestiğini de açık yüreklilikle dile getirebiliyordu.
Tabii LKY bu ziyaretlerinin karşılığında, Çin’in önde gelen siyasetçilerinin ve bürokratlarının Singapur modelini alabildiğine inceleme, tanıma, anlama fırsatı bulabilecekleri ziyaretleri de peşi sıra gerçekleşti. Hem de Mao’nun ardından pek fazla süre geçmeden... Bu çerçevede Çin’in gözünü açmasına vesile olan, devlet başkanı Deng Xiaoping’in 1978’de yaptığı ziyarettir. “Deng’in bu ziyaretinden arta kalan ve hatta bugüne kadar taşınan nedir?” sorusuna Deng’in Singapur’un gelişmişliğine karşı sarf ettiği iltifatlarla sınırlı değil. Bu iltifatlar karşısında, LKY’un verdiği şu cevap belki çok daha anlamlıdır: “Biz Güney Çin’in topraksız köylülerinin çocukları olarak Singapur’u bu hale getirdik. Siz daha iyisini yapabilirsiniz.” Çin devletinini bu cevaba verdiği pratik karşılık 15 yıl sonra 1992 yılında geldi. Deng, manidardır başkanlığının son yılında, Güneybatı sahil şeridindeki Guangdong Eyaleti’ni, “Dünyadan, özellikle de Singapur’dan öğrenin kalkınmayı. Biz onlardan daha iyisini yapabiliriz.” der. Ve bugün Guangdong, Hong Kong Adası’nı çevreleyen kalkınmış Çin’in en önemli eyaletlerinden birini oluşturuyor.
Bu sürecin somut olarak hayata geçirilmesinde de Singapur’un rolü var. LKY’un ‘Tiannanmen’ sonrası yani, 1990’lardaki zor dönemlerinde dünyaya açılmayla yüzleşmek zorunda kalan Çin’e yaptığı ziyaretler, iki ülke arasında bugüne taşınacak ‘dostluğun’ örneğini ortaya koyuyordu. Singapur’un insan ve bilgi kaynaklarını Çin’e aktarmasının örneğini oluşturan “Suzhou Endüstri Parkı” bu ziyaretin bir ürünüdür. Bu projede yer almış olan teknokratlar, o günden bugüne Çin-Singapur ilişkilerinin şekillenmesinde bu projenin önemine dikkat çekiyor.
Tabii, Çin’in 1949 Kültür Devrimi sonrasında dışa açılımının ilk örneğini, 1955 yılında Bandung Konferansı’na davet edilerek uluslararası görünürlük kazanması oluşturduğunu unutmuyoruz. Ardından, Soğuk Savaş yıllarında, Doğu ve Güneydoğu Asya güvenlik kuşağının oluşturulmasının bir parçası olarak ASEAN kurulurken, aynı zamanda Çin de, bu birlik sayesinde bölgesel bir açılıma konu oluyordu. ASEAN-Çin ilişkilerinde bugüne kadar ortaya konduğu üzere, yatırımlar ve ticarete konu olan ekonomik ilişkiler bağlamında Çin’in gelişimini şekillendirebilme, onun gelişimine ortak olabilme gibi ekonomi alanında bir simbiosis’den bahsedebiliriz.
Singapur nüfusunun %76’sını Çin etnik çoğunluğunun teşkil etmesi, salt ticari ilişkileri kolaylaştırma, işbirliklerini geliştirme şeklinde ortaya çıkmakla kalmıyor. Singapur siyasi elitinin, akademyasının, entellektüel çevrelerinin ortaya koydukları çabaların, Çin ‘kültür ve medeniyetinin’ şu veya bu şekilde uzantıları olması hasebiyle Çin’le doğrudan temas kurabilecek bir sosyo-pisikolojik rahatlık ve kolaylığa da sahip. Örneğin, bu noktada, Malezya mı yoksa Singapur mu Çin’in ASEAN ile ilişkilerinde politika geliştirme evrelerinde daha etkin ve verimli sonuçlar alır sorumuza herhalde Malezya cevabını vermemiz mümkün değil. Aynı yaklaşımı, iş çevreleri özelinde de gündeme getirebiliriz. Bugün Çin’in sadece eğitim, alt yapı, teknoloji ve araştırma-geliştirme alanlarında değil, bunları sağlıklı bir üniteye dönüştürecek sürdürülebilirlik ve yönetebilirlik olguları bağlamında da Singapur’la işbirliğini öncellediği görülür. Dolayısıyla Singapur’un bu özellikleriyle Çin’e bir tür rehberlik edebileceği aşikâr. Zaten geçen yirmi yıl zarfında ve bugün gelişmekte olan ilişkilere bakıldığında da bu yönde bir gerçeklik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla Çin’in Güneydoğu Asya toprakları ve bu topraklar üzerinde hakim ulusaşırı şirketlerle işbirliklerinin yolu hiç kuşku yok ki, Singapur ‘köprüsünden’ geçiyor.
Tabii ASEAN bağlamında, Çin’i anlayabilecek ülkelerin başında ve belki de birincisi Singapur’dur. Bu noktada, Singapur’ Çin’in bölgedeki ‘dengesi’ konumundadır. Singapur bir yandan ABD ile sadece ekonomik değil, kültürel, bilimsel ve askeri işbirliklerine de açıkken, benzer bir yapıyı Çin’le kurmaması için önünde bir engel görmüyor. Ancak bunu yaparken de, yukarıda ifade ettiğimiz üzere, Çin’in siyasal sisteminin sınırlılıklarının tereddütlerini de açıkça gündeme taşıyor. İki ülke ilişkilerinin yapılaştırılmasında büyük katkısı olduğuna kuşku olmayan Lee Kuan Yew artık yok. Onun yerine Başbakan koltuğunda oğlu Lee Hsien Loong var. Loong’un, Çin’le ilişkiler bağlamında babasının izinden gidip gitmeyeceği veya değişen koşullar çerçevesinde yeni açılımlarla gündeme gelip gelmeyeceeğini ve böylece kendine özgü bir yer edinip edinmeyeceğini zaman gösterecek.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar