Jumat, 07 Agustus 2015

Erdoğan’ın Endonezya Ziyaretinin Yansımaları/Reflections of Erdoğan’s Visit to Indonesia

Mehmet Özay                                                                                                       4 Ağustos 2015

Türkiye’den ‘Malay dünyası’na yapılan resmi ziyaretler kimi çevrelerde önemli bir bölgeye ilginin gelişmesine ve tekrarına vesile olur. Öyle ki, son dönemde bu ilginin üst düzeyde seyretmesi, Türkiye’nin kayda değer bir ‘Doğu Politikası’ geliştirme arzusu olarak yorumlanıyor.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın geçen hafta gerçekleştirdiği Endonezya ziyareti de bunun son örneği olarak ortaya çıktı. Ziyaretle ilgili olarak, yerel basında (Açe) ve ulusal basında ziyarete dair görsel ve yazılı haberler gündeme taşındı. Bu ziyareti sembolik olarak değerlendirmeye tabii tutmaya kafi gelecek bir iki fotoğraf karesiyle başlamak istiyorum. İlki Sayın Cumhurbaşkanı’nın, İstiklal Camii’nde Cuma namazı sırasında çekilen fotoğrafıydı. Cumhurbaşkanı, her ne kadar, bu tür durumlarda fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmasa da, bir şekilde medyaya yansıyan görüntünün yanı sıra, Açe yerel medyasında Cumhurbaşkanlığı sarayında ‘askeri kıta’yı selamlarken çekilen fotoğrafa yer veriliyordu. Yerel ve ulusal medyanın öne çıkardığı bu görsellerin elbette ki bir anlamı var. Bu çerçevede hem merkez hem de çevre’nin Erdoğan üzerinden vermek istedikleri mesajlar olduğunu inkâr etmek mümkün değil.

İki ülke arasında ekonomik ilişki öne çıkıyor. Bununla birlikte, sahip olunan tüm potansiyellere rağmen, bugüne kadar bu alanda pratiğe geçirilebilmiş çalışmalardan ne kadar söz edilebileceği de tartışmalı. Buna aşağıda değineceğim. Bu ziyarette ‘ekonomi’nin önüne iki ülkenin de ‘üçüncü’ taraf olarak yer aldıkları bir gelişmenin neden olduğu bir gerçeklik damgasını vurdu. O da Suriye’deki ‘terör’ oluşumuna Türkiye üzerinden geçerek iştirak ettikleri ileri sürülen Endonezya vatandaşları ile bazı Uygurluların gene aynı oluşum için de yer alma adına, soluğu önce Endonezya’da aldıkları yönündeki kayıtlardı. Özellikle, son iki yıldır, bölge ülkeleri arasında neredeyse en önemli sorun olarak öne çıkan ‘İŞİD’ ve bölge vatandaşlarının bu oluşuma katılmasının doğurduğu ‘güvenlik sorunu’, Cumhurbaşkanı’nın ziyaretiyle konunun ister istemez bu minvalde seyretmesine neden oldu.

Bu noktada, Endonezya’nın Türkiye ile işbirliği yapma konusundaki arzusunda yalnız olmadığını, Malezya ve Singapur’un da bu konuda Türkiye’den ‘yardım’ ve ‘işbirliği’ beklentisi içinde olduklarını rahatlıkla düşünebiliriz. Öyle ki, bu ziyaretten sadece birkaç gün önce Joko Widodo’nun (Jokowi), ada ülkesi Singapur’a yaptığı ziyarette Başbakan Lee Hsien Loong ile görüşmede ‘İŞİD’ sorununa bölgesel bir tehdit olarak dikkat çekiliyordu. Bu çerçeve, İŞİD’ın sadece Ortadoğu’yu karıştırmaya ve meşgul etmeye matuf bir ‘girişim’ olmanın ötesinde İslam coğrafyasının doğu ucuna kadar, bir tür kartopu etkisiyle yayılma etkisi gösterebilen bir olgu olarak ortaya çıktığına tanık olunuyor. Bu noktada, daha çok Endonezya ve Filipinler özelinde ortaya çıktığı gibi, artık anlaşmalarla sona erdirilmiş olan çatışma bölgelerindeki ‘tatminsiz’ eski savaşçıların Ortadoğu’ya sürüklenebileceği ve bunun bölgede doğurabileceği kaygı üst düzeyde seyrediyor.

Söz konusu güvenlik olgusunun bir başka açılımı, ikili işbirliğinde ‘askeri teçhizat’ üretimi noktasında gündeme geldi. İki ülke arasında birkaç yıl önce imzalanan anlaşmanın henüz üretim aşamasına geçildiğini söylemek mümkün değil. Öte yandan, örneğin ‘tank üretimi’ bağlamında ortaya konulan projeksiyonda da, bir denizci ülke olan Endonezya’nın uzun erimli ne tür ihtiyacına çözüm olacağı belli olmayan bir yöne kaydığı da gözlemleniyor. Türkiye bu ‘üretim’ sahasında öncülük taşısa da, Endonezya’nın batısından doğusuna doğal afetler, uluslararası insan kaçakçılığı, güvenli ulaşım gibi çok farklı perspektiflerden sivil ve askeri sahil güvenliğinin donanımı gerçekleştirecek bir yapılanmaya çare olacak girişimlere ihtiyaç var. Türkiye bu alandaki kapasite ve ehliyetini Endonezya’nın çeşitli noktalarında ikili üretim işbirliği şeklinde pratiğe geçirmesi mümkün. Bu konu üzerinde uzun soluklu olarak tartışılmayı ve karara bağlanmayı bekliyor. Daha bir kaç ay önce, Endonezya’ya komşu uluslararası sularda ve kendi kıta sahanlığında Arakanlı göçmenleri taşıyan tekneler sorununda Endonezya resmi makamlarının nasıl bir ‘müdahalesizlik’ örneği gösterdiğine şahit olmuştuk. İnsani ve de rasyonel olmayan bu duruşun merkezdeki kimi güçlerin ürettiği politikanın sonucu olduğu kadar, maddi olarak Endonezya hükümetinin kendi kıta sahanlığında sivil ve askeri güvenliğini sağlayacak maddi donanımdan yoksun olmasının da payı olduğu unutulmamalı.

Endonezya basınında iki ülkenin uluslararası arenadaki işbirliğinde İİT ve G-20 gibi kurumsal üyeliklerine dikkat çekiliyordu. Tabii burada söz konusu bu iki yapılaşmanın sınırlılıkları ve sorunlarının yanı sıra, bir ayrıştırmaya gitmekte ve bu kurumlar özelinde ekonomi ile ekonomi dışı alanlarda etkileşimlerin çeşitlendirilmesi gerekir. İİT’nin temel fonksiyonunun ‘ekonomi’ değil, insan hakları, İslami eğitimin sorunları, helal gıda, zekat ve hac kurumlarının iyileştirilmesi gibi alanlarda çaba sarf edilmeli. Kaldı ki, zaman zaman dile getirdiğimiz üzere, D-8’in halen potansiyel bir değeri olan varlığı bir kenara da atılmamalı.

Ekonomik işbirliğinde, Türkiye ve Endonezya sadece tekil aktörler olmak yerine biri diğerinin ekonomik hinterlandı olan ASEAN ve Avrupa Birliği (AB) sınırlarında rol alabilecek bir yapılanma sergileme potansiyeli var. Türkiye bunu bir şekilde Cumhurbaşkanı’nın demeciyle gündeme taşıdı. Ancak Endonezya’nın, örneğin Malezya gibi henüz AB içinde Türkiye’nin işbirliğiyle Avrupa’ya yönelimi pek de gündeme taşınmıyor. Girişte dile getirdiğim ‘Doğu Politikası’ olgusunun, pratikteki karşılığının ve yapılaşmasının dinamiklerinin orta ve uzun vadeli olarak gerçekleştirilebilecek boyutları üzerinde dikkatli çalışmayı gerektiriyor.

Bu noktada, dünyanın gelişmiş ülkelerinin ve ulus-aşırı şirketlerinin sadece Endonezya’nın değil, ASEAN bağlamına giderek agresif bir şekilde yöneldiği unutulmamalı. Örneğin, Temmuz ayının son haftasında Jakarta’ya resmi ziyarette bulunan İngiltere Başbakanı David Cameron’un “içme suyundan, elektrik üretimine” kadar Endonezya’da çeşitli yatırım alanlarındaki işbirliği çabasını hatırlatmakta fayda var. Bu durum, ilgili taraflar arasında kayda değer bir ‘rekabet’ ortamının doğmasına vesile olurken, Türkiye’nin devlet ve sivil oluşumlarının bölgede hangi coğrafyada kimlerle ne tür ilişkilerin geliştirilebileceğini rasyonel bir şekilde ortaya koyması gerekir. Türkiye’nin gerek teknoloji, eğitim gerekse insan iş gücü noktasında Endonezya’ya yapacağı katkının son derece stratejik olduğu görülüyor. Türkiye’den beklenen olası yatırımlarda salt maddi alt yapının değil, insan kaynaklarının geliştirilmesi de bir o kadar önem taşıyor.

Endonezya basınının dikkat çektiği bir diğer husus, Devlet Başkan Yardımcısı Yusuf Kalla’ya atfen yapılan ‘Türkiye’nin Açe Barışı”nı çalışmak istediği yönündeydi. 15 Ağustos’da onuncu yılı dolacak olan ‘Helsinki Barış Anlaşması’nın Türkiye tarafından bugüne kadar tüm detaylarıyla çalışılmış olması gerekiyordu.

Bunu sadece Türkiye’nin yaşadığı ‘soruna’ bir cevap bulma amacıyla değil, geniş perspektifli bir ASEAN politikasının önemli bir ayağı olarak bölgedeki diğer çatışma bölgeleri özelindeki politikaları çerçevesinde de yapması gerekiyordu. Kaldı ki, barış süreçlerinin ve akabinde ortaya çıkan imkânların da bölgesel ve küresel güçlerce önemli bir ‘imkân’ olarak nasıl bir ekonomi-politik çerçeveye oturtulduğu biliniyor. Bu bağlamda, aradan geçen on yılda Açe barışının, sadece Açe’yi değil, Endonezya’yı ve bölgede kimi ilişkileri değiştirebilecek bir yönelim sergilediği de bugün çok daha açık seçik görülebiliyor. Söz konusu barış anlaşması, salt ‘Açe Barış’ olarak değil ‘Endonezya Barışı’ olarak da adlandırılmayı hak ediyor. Çünkü bu ‘barış süreci’ eğitim, ekonomi, siyasi yapılaşmalarıyla bir modellik unsuru taşısa da, bunun bugüne kadar ne kadar gerçekleştirebildiği de tartışmaya açık.

Tüm bu hususlar dikkate alındığında, Cumhurbaşkanları düzeyindeki ziyaretlerinin ardından, çeşitli kurumların öncülüğünde Endonezya toplumunun alt düzeylerine kadar sirayet edecek ve uzun vadeli etkileşimlere kapı aralayacak çalışmalar aciliyet arz ediyor.


Tidak ada komentar:

Posting Komentar