Mehmet Özay 8 Kasım 2014
25. ASEAN Genel Kurul toplantısı 12-13 Kasım’da bu yıl dönem başkanlığını yürüten Myanmar’ın başkenti Nay Pyi Taw’da yapılacak.
ABD Başkanı Barack Obama’nın iki yılda ikinci kez ziyaret edeceği Myanmar, 2011 yılından bu yana sürdürülen sözde reform çabalarına konu oluyor. Bu süreç aynı zamanda kimi resmi çevreler tarafından ABD’nin dış politika başarısı olarak sunulsa da, Arakanlı Müslümanlar ve diğer etnik yapıların merkezi Burma (Burmese) etnik çoğunluğu karşısında siyasi ekonomik ve sosyo-dini özgürlükerini kazandığını söylemek bir yana bu konuda ciddi ve kalıcı adımlar atıldığını söylemek bile mümkün değil.
Öncelikle ASEAN hususunda bir şeyler söyleyerek başlayalım. ASEAN toplantıları artık sadece üye on ülke arasındaki özellikle ticari ve ekonomik ilişkiler bağlamıyla öne çıkmıyor. Çeşitli anlaşmalarla Japonya, Çin, Avustralya, ABD, Kanada, Hindistan gibi bölgesel ve küresel çapta öneme sahip olan ülkelerinin katılımıyla dünya gündemini belirleme kapasitesine sahip bir yönelim sergiliyor.
Son birkaç yıldır toplantılar, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Güney Çin Denizi’nde tarihsel olarak anlaşmazlığa konu olan sularında egemenlik göstergesi kabul edilebilecek girişimleri nedeniyle daha çok güvenlik eksenli bir çerçeveye oturuyor. Aralarında Vietnam, Brunei, Filipinler ve Malezya’nın bulunduğu ASEAN üye ülkeleri, bu bağlamda Çin yönetimiyle şu veya bu şekilde karşı karşıya gelirken, her bir ülkenin siyasi ve ekonomik yönelimlerine bağlı olarak Çin’e karşı geliştirilen tavırlarda bekle-gör/işbirliği-uzlaşma/çatışma eksenlerinde politikalara konu oluyor.
Bölgesel ekonomik birliktelik olarak öne çıkan ASEAN, Çin’in küresel yükselişine paralel olarak ABD’nin başlattığı Asya vizyonu’ ile güçler arası etkileşimlerin tam da odağında bulunuyor. Bunun, Çin’in ASEAN’a komşu olması, tarihsel ve kültürel ilişkileri kadar, ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren bölgedeki özellikle askeri ve siyasi belirleyicik noktasındaki kararlılığı ASEAN ülkelerini kaçınılmaz olarak bu iki güçle çeşitli boyutlarda ilişkiler geliştirmesini zorunlu kılıyor.
Ancak kendi içinde liderlik sorunu yaşaması, birliğin ekonomik ve ticarete odaklı yapısal duruşu, gerek tekil ülkeler gerekse bölge genelinde adalet ve haklar meselesinde inisiyatif almayı engelleyen statükocu yazılı/sözlü anlaşmalar ASEAN’ın potansiyel gücünü gerçekleştirememesinin temel nedeni olarak beliriyor. Enver İbrahim’in 1996 yılında kaleme aldığı ‘Asya Rönesansı’ adını verdiği eserindeki görüşleri ile, öncülüğünü Lee Kuan Yew ve DR. Mahathir Muhammed’in yaptığı ‘Asyalılık Değerleri’ olgusunun geliştirilebildiğini söylemek güç. Bunun nedenleri uzun uzun tartışılabilir ve tartışılmalı da.
ASEAN toplantısı öncesinde başkent Nay Pyi Taw’da önemli bir gelişme yaşandı ve Başkan Thein Sein muhalefet liderleri ile ordunun ileri gelenlerini biraraya getiren bir toplantı davetinde bulundu. 31 Ekim’de yapılan bu süpriz toplantı ülkenin reform sürecine ‘daha güçlü’ ve Batı’yı tatminkar edecek şekilde devam edeceğini ortaya koymayı hedefliyordu. ASEAN toplantısı kadar, 2015 yılı Sonbahar’ında yapılacak genel seçimler öncesinde ülkenin bazı bölgelerindeki sıcak çatışmaları, siyasi ve toplumsal gerginlikleri ortadan kaldırma konusunda siyasi bir irade geliştirmeyi hedefliyordu.
Ancak bu sürecin nasıl işleyeceği konusunda bugüne kadar tatminkâr bir açılım gerçekleştirilememiş olması, seçimler bahanesiyle benzer bir gündemin bir kez daha yüksek sesle ortaya konması, söz konusu sorunları asgariye indirecek yapılanma/lar bir yana bu konuda ülkenin tüm etnik ve sosyal sektörlerini kapsayıcı politikaların geliştirilebileceğine dair umutların yeşermesine dahi olanak tanımıyor. Bu konuda, muhalefet lideri Suu Kyi’nin, ABD’nin verdiği desteğe rağmen, Myanmar hükümetinin reform çabalarının pratikte neredeyse hiç mesabesinde olduğunu açıklaması, merkezi oluşturan güçlerden biri kabul edilen Suu Kyi’den başlayarak azınlıklara doğru genişleyen bir memnuniyetsizler toplumunun varlığını bir kez daha ortaya koydu.
Ancak bu biraz uzunca girişin ardından Myanmar’daki toplantı vesilesiyle Arakanlı Müslümanların haline bakmakta fayda var. Yukarıda ortaya koyduğumuz fotoğraf içerisinde Arakanlı Müslümanlar nerede duruyor sorusu önemli. İlk elden şunu söyleyelim ki, Arakanlı Müslümanların çilesinin bittiğini söylemem mümkün değil. Bir zamanlar Eyalet’te çoğunluğu oluşturan Arakanlı Müslümalar, geçmişi 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar uzanan baskı ve zulümler nedeniyle büyük göçler verdi. Bu nedenle bugün Eyaleti’n sadece kuzeyinde, o da dağınık ve birbirinden kopuk halde yaşamak zorunda bırakılmış bir kitleden bahsetmek mümkün. Bu süreçte en önemli göç merkezi, komşu ülke Bangladeş olsa da, Bangladeş’in kendi iç sorunları kadar etnik ve milliyetçi ayrımlar nedeniyle Arakanlıların rahat bulduğu söylenemez.
Bu çerçevede dünya kamuoyunun gündemine 2012 Mayıs sonu ve Haziran başlarında Budist çetelerinin yoğun saldırıları sonucu girebilen Arakanlı Müslümanların ahvaline dair kapsamlı bir çözüm ufukta gözükmüyor. Çünkü Myanmar hükümeti, Arakanlı Müslümanların acısını dindirecek, eyalette adaleti tesis edecek girişimlerde bulunmuş değil. Ne o günlerdeki saldırıların sorumluları bulunabildi, ne de kendi anavatanlarında çitlerle çevrilmiş barakalarda yaşam sürmeye zorlanan kitlelerin yaşamlarında bir iyileşme gerçekleşebildi. Üstüne üstlük, bu kitlenin hala ülkenin 130 etnik yapısı içerisinde yer aldığını açıkça ortaya koyacak bir anayasal yapılanmayı getirecek merkezi hükümet çabasından söz edilemiyor. Aksine, merkezi hükümet 1982 Anayasası’ndaki vurguları tekrarlar nitelikte, geçen Nisan ayında yapılan genel nüfus sayımında Arakanlı Müslümanları kendi dini/milli aidiyetleriyle kaydetmeyi reddettiği, gibi bu kitleyi tüm dünya kamuoyunu defaatle açıkladıkları gibi, Bangladeşli göçmenler olarak kaydetme yoluna gitti. Nüfus sayımı öncesinde Arakan Eyaleti’nde Müslümanların yaşadığı kuzey bölgelerde faaliyet gösteren sayısı birkaçı geçmeyen uluslararası yardım kuruluşlarının zorbalıkla bölgeden çıkartıldığına da şahit olundu. Tüm bunlar merkezi hükümetin ve onun bölgedeki temsilcisi eyalet yönetimi ve güvenlik güçlerinin sistematik olarak Arakanlı Müslüman nüfusunu ortadan kaldırmaya matuf çabalarının birbirini izleyen adımları olduğunu ortaya koyuyor.
Bu şartlar altında Arakanlı Müslümanların umut bağlayabilecekleri tek yol, tıpkı önceki nesillerin yaptığı gibi derme çatma teknelerle okyanusa açılmak ve kaderlerini beklemek oluyor. Bu göçler önceleri, Myanmar ordu ve polis gücünün desteğiyle Budist çetelerin saldırıları sonrasında yapılıyordu. Ancak bu durum, zamanla bizzat resmi makamların gözetimini ve denetimine geçmiş durumda. Bunun en açık göstergesi yukarıda kısaca değindiğimiz üzere, geçen Nisan ayında yapılan nüfus sayımında tıpkı önceki dönemlerde olduğu gibi, Arakanlılar, Burma’daki 130 etnik gruptan biri kabul edilmemesi oldu.
Yetkililerin, bu kitlenin Bangladeşli göçmenler olduğu yolundaki ısrarı, bir tür ‘yumuşak baskıya’ dönüşmüş durumda. Önümüzdeki yıl seçimlerin yapılacak olması, Batılı ülkelerin ülkenin geleceğindeki ekonomik verimlilikten pay almak adına da insan hakları vb. konularda seslerinin biraz daha fazla çıkması, Myanmarlı yetkilileri Arakanlıları en azından Bangladeşli göçmenler sınıflamasıyla ülkede varlıklarını sürdürebilecekleri sonucuna getiriyor. Ancak bu noktada, Arakanlıların tarihsel ve toplumsal hafızası bir anlamda böylesi bir zulme maruz kalmakla, teknelerle okyanusa açılma riski arasındaki tercihi ikincisi lehine kullanmalarına zorluyor.
Bu nedenle, neredeyse her gün derme çatma teknelerle Arakan sahillerini terk edenler bunun göstergesi. Bu durum, Vietnam Savaşı sonrasında Asya’da yaşanan dev göç dalgasından sonraki en büyük göç hadisesi olarak tarihe geçiyor. İşin ilginç tarafı, artık bu göç gizli saklı değil, bizzat Myanmar sahil güvenliği marifetiyle, bir tür organize insan kaçakçılığı organizasyonu şeklinde uluslararası insanlık suçu kapsamına girecek bir mahiyet arz ediyor.
Varoluşlarını bu teknelerle nereye olursa gitmekte bulan Arakanlıların, yaşadıkları topraklarda ne siyasi, sosyal ne de ekonomik olarak herhangi bir varlığa sahip değil. Arakan Eyaleti’ndeki Müslüman nüfusun dış göç vermesinin birkaç sonucundan bahsetmek mümkün. Birincisi, Eyalet’teki Budist kitlenin siyasi ve toplumsal egemenliğini pekiştiren bir unsur. İkincisi ise, bu halkın yaşadıkları toprakları terk etmesi, merkezi gücü temsil eden Burma (Burmese) çoğunluğu nezdinde, 70 yıldır ortadan kaldırmaya çalıştığı bir halkın nüfusunun giderek azalmasıyla hak ve iddialarından vazgeçeceklerinden hareketle yakın gelecekte daha az sorun veya hiçbir sorun taşımayacağı anlamına geliyor.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar