Mehmet Özay 15 Kasım 2014
14 Kasım 2014 Malezya için tarihi bir gün niteliği taşıyordu. Nedeni ise, Malezya’nın ASEAN dönem başkanlığı Myanmar’dan devralmasıydı. Bu gelişme bir süredir Başbakan Necib bin Razak özelinde ülkede dillendirilmeye çalışılıyor. Bu süreçte öne çıkartılan söylem ise, 2015 yılında “ASEAN Ekonomik Topluluğu” olgusu oluyor. Önceki yazımızda da kısaca belirttiğim üzere, aslında ekonomik topluluk olma süreci 11 yıl öncesine dayanıyor. Önümüzdeki yıl gerçekleştirilmesi beklenen hedef ise, ‘topluluk’ olgusunun tam anlamıyla hayata geçirilmesi hadisesi. Yüzdelerle ifade edilen açıklamalara itibare edilecek olursa, bugüne kadar ki alt yapı hazırlıklarının büyük ölçüde tamamlandığı ifade ediliyor.
Ancak, 14 Kasım akşamı Nay Pyi Taw’da, Malezya basınının karşısına çıkan Başbakan Necib bin Razak, Malezya toplumunun bu gelişmelere dair bilgi eksikliğini gündeme getiren sitemkâr ifadesiyle dikkat çekiyordu. Hiç de beklenmedik şekilde “Yarınki başlığınız ne olacak?” sorusunu diyerek basın üyelerine de bunu dolaylı olarak ifade ediyordu. Görünen o ki, Başbakan ASEAN’a dair toplumsal bilincin oluşmamasından muzdarip. Bu ‘sorunu’ gündeme getirmekte de hakkı var Başbakanın. Ancak Malezya hükümetinin başı ve daha da ötesi 57 yıldır ülke yönetiminde söz sahibi bir siyasi partinin genel başkanı olarak bunda sorumluluk payının olup olmadığı da bir başka husus. Ya da Başbakan, sadece aynı zamanda yürüttüğü Maliye Bakanlığı rolüyle mi hareket ediyor ve bu ‘vizyondan mı’ ASEAN’ı değerlendiriyor sorunu da ilâve etmekte fayda var.
Biraz gerilere, örneğin 1967 yılına gidip, ASEAN’ın ilk adımlarının atıldığı dönemde kurucu figürlerin birliğe giden yoldaki söylemlerine bakıldığında aslında sömürge sonrası dönem ve Soğuk Savaş yıllarının Güneydoğu Asya’yı etkileyen boyutları çerçevesinin çizdiği siyasi perspektifin varlığı dikkat çeker. Siyasi hedef bağlamında bakıldık da, bölgede varlık süren komünizm ideolojisinin önünü almak ve bu ideolojinin sosyo-ekonomik vechesini birlik üzerinden yapılacak girişimlerle ortadan kaldırmanın adıdır ASEAN. Bunun yanı sıra, ortada ‘yerli aktörler’ eliyle sömürgecilerin başlattığı modernleşme projesinin yeni bir vechesinin ortaya çıkmakta olduğu görülür. Çünkü sömürgecilik dönemindeki Batılı efendiler, arkalarında bizzat açtıkları okullarda yetiştirdikleri ‘yerli kopyaları’ vasıtasıyla bölgenin yönetimini ellerinde tutmayı sürdürmekte oldukları gizli/açık bilinen bir vakıadır.
Kuruluş yol haritasında rol alan ilgili ülkelerdeki siyasi liderlerin baskın rollerine karşın, halk katmanlarının sivil bağlamında kurumsallaşmış yapılar içerisinde ne türden rol oynadıkları ise sorunludur. Bu sorunsal ASEAN’ı içine alan Budist/Hıristiyan topluluklar kadar, özellikle de Malay dünyası olarak adlandırılan Malezya-Endonezya-Brunei-Güney Tayland ve Güney Filipinler’de halkların süreçlere ne türden yapıcı katkıları olduğu şüphelidir.
Sömürgeci-siyasi elitler ile halk dikotomisi üzerinde biraz daha duralım. Çok dinli, çok kültürlü, çok etnikli olarak adlandırılan hem Hint-Çin’i hem Takımadalar bölgeleri, tüm insan çeşitliliği ve zenginliğine rağmen, adımları sömürge döneminde atılan ve ardından adına bağımsızlık denilen ve bir ‘bayrak’ ve hatları sömürgecilerle belirlenmiş ‘sınırlar’ dışında ne türden ‘bağımsız’ ve ‘bağlantısız’ gelişmelere matuf olduğu şüpheli ulus devletler yapılaşmalarında hiyerarşik modernleşme süreçlerine tabi oldu. Bu noktada, ASEAN’ın bir bölgesel kurum olarak bugün ulaştığı yerde, bölge ülkeleri ve halkları adına ne roller üstlendiği dünün ve bugünün küresel ekonomi politikalarından bağımsız ele alınması mümkün değil. Başbakan Necib bin Razak’ın açıkça vurguladığı gerçek yani, halk katmanlarının ASEAN’la ilintisi, haberdarlığı, müdahalesinden söz edebilmek için, tek tek ASEAN üye ülkelerinde halkların modernleşme süreçlerinde ne türden rol sahibi olduklarını hakkıyla değerlendirmek gerekir. Klasik modernleşme teorilerinin başında gelen ‘yukarıdan-aşağıya’ (top-down) veya ‘hiyerarşik’ uygulamaları -benzer örneklerine diğer Üçüncü Dünya ülkelerinde de rastlandığı üzere, Güneydoğu Asya’da da hakim olmuştur.
Dün, yani sömürge döneminde, adı geçen bölgelerde kıtalararası ticarete konu olan kozmopolit liman şehirleri İngiliz, Hollandalı, Fransız ve de Amerikalı valiler/müdürler marifetiyle yönetiliyordu. Bugünse danışmanlar, ulusaşırı şirketler/ortaklıklar eko-politikalarda belirleyici oluyor. Örneğin, Malezya’da Başbakanlık binasının meşhur “4. Katı” gibi, her ülkede yerleşik veya uzantıları olan bir tür modernleştirici güçler devrede bulunmaya devam ediyorlar. Resmi devlet idaresi dışında, ‘kadim köklere’ sahip özel sektörde bölgenin yer altı ve yer üstü ekonomik varlıklarına yönelik inisiyatifler doğrudan veya dolaylı olarak ulusaşırı denilebilecek kurumsal yapılarla güçlü bir şekilde sürdürüldüğüne dikkat çekmek gerekir.
Bu minvalde, ulusal ekonomileri ya askeri rejimlerin güdümünde veya onun bir alt kademesine yerleştirilebilecek tek parti iktidarları ile sürgit bugünlere kadar getirilen ASEAN üye ülkelerinde sosyal, kültürel ve dini birlikteliklerin niçin gündemde yer işgal edemediği; bu birliktelikleri dipdiri bir şekilde kamusal yaşamın odağına taşıyacak yasal ve sivil düzenlemelere neden yer verilmediği de şayan-ı dikkat çekici konulardır.
Bir kez daha bir önceki yazımıza atıfta bulunarak Malezya Endüstri ve Ticaret Bakanı’nın Nay Pyi Taw’daki toplantılarda sarfettiği, ASEAN Avrupa Birliği yapılaşması gibi olamaz minvalli söylemi de, bölgeyle ilgili bazı şeyleri anlaşılır kılmak için iyi bir neden sunuyor. Bakan’ın söylemi, ekonomik kalkınma süreçlerinde ‘görülmeyen güç’, yani ucuz emek başta olmak üzere profesyonel kadroların, bölgede işçi/emekçi mobilitesini bile kendi haline bırakmamaya atıfla öne çıkıyor.
Başbakan Necib bin Razak’ın, “ASEAN dünyanın 7. Büyük ekonomisi” olduğu yollu hatırlatması, yukarıda vurgulandığı üzere, sömürgecilikten başlayarak modern ulus-devletlere ve bugünlere kadar uzanan süreci özetliyor aslında. Kapitalist üretim odaklı yaklaşımlarla bugünlere gelen ASEAN’ın 2015 yılında “Ekonomik Birlik” olma iddiasında şaşılacak bir yön yok. Ancak şaşılacak olan, bugüne kadar ki süreçlerde ne sömürgecilik döneminde ne de adına ‘ulus-devlet’ denilen yapılaşmalarda görüşleri alındığı şüpheli olan ve varlıkları kamusal alanda hissettirilmemiş tüm renkleriyle halk katmanlarını ASEAN’ın “ekonomik birliğine” eklemleme gayreti içerisinde “insan-merkezli yaklaşım”ı öne sürmek çelişkilerin büyüğü olsa gerek.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar