Mehmet Özay 6 Kasım 2015
Myanmar’da Pazar günü genel seçimler var. Bu seçimler sadece 55 milyonluk Myanmarın geleceğini belirleme bağlamında önem taşımıyor. Bunun ötesinde bölgesel barış ve güvenlik ile küresel ekonomik yapılaşma açısından da oldukça kayda değer bir olay. Onyıllarca süren askeri rejimler ve uzantıları yarı sivil görünümlü yönetimler sonrasında bugün Myanmar önemli bir dönemeçte. 1998’de kaybedilen şans bu sefer Myanmar’a gülecek mi? Bu anlamda Pazar günkü seçimler geniş kitleler için yirmi beş yıl öncesinin rövanşı anlamı taşıyor. Mücadele, iktidardaki Birleşik Dayanışma ve Kalkınma Partisi (USDP) ile bir umut olarak görülen Ulusal Demokrasi Birliği (NLD) arasında geçecek. Tabii, ülkenin dört bir yanındaki çeşitli etnik yapılar da eyalet parlamentolarında kendilerini temsil etmelerini sağlayacak partileriyle yarışta yerini alıyor. Batılı ülkelerin destek verdiklerini gizlemedikleri Suu Kyi, yeni bir zafere hazırlanıyor. Her ne kadar, ülkedeki yasaların yabancı biriyle evli bir Myanmar vatandaşının başkan olamayacağı maddesi halen yürürlükte olması nedeniyle olası zafer sonrası başkanlık koltuğuna oturamasa da, hükümeti parti başkanı olarak yöneteceğini ilân etti bile. Muhtemelen Pazartesi günü 70 yaşındaki Suu Kyi, Myanmar’ın yeni lideri olarak dünya demokrasi sahnesinde yerini alacak. İşler bu yönde giderse, Myanmar’da 1948 yılında başlayan çok uzun bir dönem kapanmış olacak. Tabii bu dönemin kapanması demek her şeyin güllük gülistanlık olacağı anlamı da taşımıyor. Anayasa değişikliği, etnik yapılarla siyasi ve kültürel ilişkiler, ekonomik geri kalmışlık, eğitim-sağlık- vb. çok temel alt yapı sorunları, komşularla ilişkiler gibi pek çok sorun kapıda bekliyor. Myanmar için bu konular birer sorun teşkil ettiği kadar, yanı başındaki Çin’den Pasifik’in öte yakasındaki ABD’ye kadar pek çok ülke için de fırsatlar anlamına geliyor. 70’indeki Suu Kyi tüm bu sorunlara çare olacak mı hep birlikte göreceğiz. Ancak NLD’nin kazanmasının ardından parlamentoda %25’lik ordu kontenjanından devşirilecek birkaç oyla onun başkanlık yapmasının önünü tıkayan yasanın değiştirilmesi ilk adım olacağına kuşku yok.
Myanmar seçimleri bölgesel güvenlik bağlamında da önem taşıyor. 55 milyonluk ülkede çok çeşitli etnik yapıların ulusal hükümet çatısı altında birleşmesi ihtimali kadar seçim sonrası gelişmeler, Myanmar’I Güney Çin Denizi özelinde ortaya çıkan bölgesel güvenlik sorununun çözümü kadar, bölgesel konulara şu veya bu şekilde katkı sağlayabileceğini akla getiriyor. ASEAN’ın kurulmasından çok önce, bölgenin umut vaad eden ülkesi görünümündeki Myanmar, bugüne kadar bölgede ekonomi, güvenlik vb. alanlarda inisiyatif alabilmiş değil. Aksine, on yıllarca askeri rejim ve uzantılarına konu olan ülke kendi iç sorunlarını şu veya bu şekilde ASEAN’a taşımakla ASEAN’ı sınırlandırdığını söylemek bile mümkün. Bölgesel güvenliğin önemli bir ayağını ise, ticari, ekonomik ve yatırım işbirlikleri alıyor. Singapur ve Malezya’nın bir ölçüde Myanmar’a yatırımları mevcut.
Öte yandan, Çin, Japonya, Güney Kore gibi diğer bölge ülkelerinin de yatırımlar noktasında Myanmar’a çok yakın durdukları ve belli ölçülerde bu alanda yer aldıkları biliniyor. Seçimlerin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi, sivil bir hükümetin ardından sivil anayasa çalışmaları, etnik yapılarla haklar ve sorumluluklar noktasında etkileşimler Myanmar’ı bölgede giderek öne çıkartacak bir süreç anlamı taşıyor. Myanmar’da bugüne kadarki siyasi yapıya bakıldığında, tüm bunların boş bir umut olduğu da ileri sürülebilir. Ancak Myanmar’ın giderek küresel önemi ortaya çıkan bir bölgede artık kendi içine kapalı kalabileceğini düşünmek biraz güç. Bu bağlamda, seçim süreci ya içerden ya da dışardan veya her iki sürecin etkileşimi ile Myanmar’ın önünü açacak bir gelişmeye matuf olacak.
Myanmar’da barış ve güvenin hakim olması ne anlama gelir sorusuna cevap olarak şunları söyleyebiliriz. Öncelikle Çin’in sınır komşusu olması, Çin’in Hint Okyanusu’na inme amacına matuf olarak kara ve demir yolu bağlantısı gündeme getiriyor. Karadan Okyanus’a ulaşmada Çin’i daha da agresif kılan bir diğer husus Myanmar’ın Batı eyaleti Arakan açıklarında önemli petrol ve doğal gaz rezervlerinin bulunması. Çin’in burada liman inşaatı dahil olmak üzere önemli yatırımları gündemde. Kaldı ki, Çin’in Güney Eyaleti Yunan’ın başkenti Kunming’i merkez alacak şekilde Singapur’a ve diğer ASEAN başkentlerine bağlayacak dev demiryolu ağının Myanmar ayağını unutmamak gerekir. Çin Myanmar’ın batısındaki petrol rezervleri üzerinde çalışırken, elbette Bengal Körfezi’nde deniz ticaret ve güvenliğini de gündemine alacaktır. Myanmar-Çin sınır güvenliğinin tesisi noktasında iki ülke ordusunun işbirliği, Çin’i bir şekilde Myanmar ordusu ile ilişkilerinin devamı anlamı taşıyacaktır.
Myanmar’ın dışa kapalı olduğu yıllarda Çin öncelikli işbirlikçisi konumundaydı. Ancak, 2010 yılındaki seçimin ardından görece dünyaya açılma adımları atan Myanmar’ın aradan geçen dört yılda da tanık olunduğu üzere -yukarıda değinilen Çin açılımına rağmen- artık Çin’e bağımlılığı azalmış durumda. Bu süreç biraz da Myanmar yönetiminin birbiriyle rekabet halindeki bölge ve küresel güçler arasında nasıl bir denge izleyeceğiyle de ilgili. Ya da bu rekabeti kendi hanesine daha çok kazanım olarak yazdırabilecek politikalara imza atabilecek mi bunu zamanla göreceğiz. Bu anlamda, seçimin olası galibi gözüken Ulusal Demokrasi Birliği (NLD) lideri Suu Kyi, uzun yıllar sonra biten ev hapsinden kurtulmasıyla tek tek batı başkentlerini ziyaret ederken, seçimlere aylar kala geçen Haziran ayında Çin’i ziyaretiyle bu yönde bir açılımın ipuçlarını da veriyordu. Ancak yukarıda bahsi geçen Çin’in Myanmar’daki yatırımları hiç kuşku yok ki, ABD ve Hindistan başta olmak üzere bu denize komşu Tayland-Malezya gibi ülkeleri de alternatifler aramaya sevk edeceğini düşünebiliriz.
Pek çok çevre tarafından en adil en serbest seçimler gözüyle bakılan Pazar günkü seçim Müslümanlar için pek de bir anlam ifade etmiyor. Daha da ötesi, bugüne kadar uğradıkları en zorba ve baskı ile karşı karşıyalar. Bir zamanlar Bengal Körfezi’ne açılan ülkenin Batısındaki Arakan Eyaleti’nde önemli bir demografi sahip ve coğrafi alana hükmeden Müslüman Arakan toplumu bugün eyaletin neredeyse üçte birlik bölümüne sıkıştırılmış durumda. Kuzeybatı’daki Bangladeş eyaletine yakın bölgelerde kümeleşen Arakanlıların kendi aralarında birlikten bahsetmek mümkün değil. Bir tür kırsal sosyal bağlılık ile birbirine kenetlenen küçük grupları büyük bir siyasi ve sosyal hareket içerisinde eritecek lider veya ideoloji ortada yok ve pek de görünürde olacağına dair emarelerde bulunmuyor.
Bu parçalanmışlık haliyle Arakanlı Müslümanlar, bir de merkezde siyasi yapıya hakim Burma Budist milliyetçileri ile Arakan Eyaleti’ndeki Budist Arakanlıların siyasi ve toplumsal baskılarıyla karşı karşıya kalmaya devam ediyorlar. “Ma Ba Tha” adlı radikal Budist milliyetçi grub ve lideri Ashin Wirathu, ülkede sadece sosyo-dini harekete öncülük etmekle kalmıyor, siyasi bir hareket ederek siyasi partileri yönlendirici açıklama ve eylemlerde bulunuyor. ‘Bu ultra radikal Budist çıkış nedir?’ diye sorulduğunda, ilginç bir şekilde Batılı ülkelerdeki İslamifobia’nın doğululaşmış halini görüyoruz. Yani ülkede Müslümanlar ülke güvenliği ve Budist değerleri önünde en büyük tehlike addediliyor. Ancak bugüne kadar ülkede Müslümanların kime ne şekilde zarar verdiğine dair ortada hiçbir delil bulunmuyor. Kaldı ki, yüzyıllarca bu bölgede yaşamış bu insanların nasıl bir tehlike unsuru olduklarına dair ne Myanmar hükümeti veya araştırma kurumları ne de uluslararası bağımsız araştırmacıların ortada koydukları bir veriden söz etmek mümkün. Bu noktada vehimler üzerine inşa edilmiş ve bu vehimleri gerçek kılmakta ısrarcı kör bir bakışın hakim olduğuna tanık olunuyor.
Ülkeye, Suu Kyi eliyle demokrasi gelecek söyleminin dışında Myanmar toplumunun kırsalından şehrine, Karenlisinden Chanlısına, Monlusundan, Arakanlısına nasıl bir ulusal bütünlük ve birlik tesis edilecek bir cümle duyabilmiş değiliz. Suu Kyi’nin ev hapsine son vermekle, birkaç siyasi partiye mensup onlarca veya yüzlerce mahkumu hapishaneden salıvermekle tüm ülkenin bir anda demokrasi cennetine dönüştürülüğü imajı çok kolaycı ve o denli de gerçek dışı. Elbette son yetmiş yılını askeri rejimlerle geçiren bir ülkenin bir anda değişimini ön görmek sosyal gerçekliklerle bağdaşmıyor. Ancak bu sürece matuf bir yapılanmanın hakiki adımlarına da tanık olunamıyor. Bakalım Pazar günkü seçim sonunda sadece Myanmar toplumuna değil, dünya kamuoyuna nasıl bir mesaj çıkacak.
Bunun önümüzdeki Pazar günkü seçime yansıyan boyutu ise ülkede sadece Arakanlı Müslümanlara değil, neredeyse tüm Müslüman azınlıklara yönelik bir baskı ve ayrımcılık ortamının doruğa çıkması şeklinde zuhur ediyor. İktidardaki Birleşik Dayanışma ve Kalkınma Partisi (USDP) ile seçimlerin muhtemel galibi olarak görülen Ulusal Demokrasi Birliği (NLD)’nin milletvekili adayları arasında Müslüman isimlere yer vermemeleri şeklinde tezahür etti.
Bu durum, sadece bugüne kadar dünya gündemine giren Arakanlı Müslümanların durumunu değil, ülkedeki tüm Müslümanları kapsayan ultra milliyetçiliğin kurbanı olduklarını ortaya koyuyor. Bu anlamda, seçime giderken, her toplumsal kesim ve etnik yapı kendi geleceğini belirleme plânları yaparken, Müslüman kitleler seçim sonrasında neyle karşılaşabileceklerini bilemememin şaşkınlığı içerisindeler. Aylar öncesinden merkezi hükümetin nüfus yasasını gündeme getirerek vatandaşlık haklarını reddettiğini açıkladığı Arakanlıların seçme ve seçilme hakkının olmadığı artık ortada. Batılı ülke ve STK’larından onca eleştiriye ve rapora rağmen merkezi hükümetin geri adım atmaması da, ülkenin 2011’den bu yana konu olduğu reformun, Müslüman kitlere yönelik ayrımcılık ve dışlayıcılık politikalarının ötesine geçemediğinin kanıtı olarak, ortada duruyor. Arakanlı Müslümanların başkenti olarak bilinen Sittwe’de bugün -o da insanlığa yakışmayan koşullarda yaşam sürmeye zorlanan, yaklaşık beş bin kişilik bir grubun kalmış olması. Ne hareket serbestiyeti, ne dini ibadetlerini özgürce ve rahatça yerine getirebilme ne de iş ve eğitim olanaklarından faydalanabilme imkân ve ihtimali var. Son günlerde Yale Hukuk Okulu Uluslararası İnsan Hakları Kliniği ile Matthew Smith’in başında olduğu Fortify Rights adlı kuruluşun ortak çalışması sonucu Arakanlı Müslümanların maruz kaldıkları zulüm kayıtlara geçti. Raporu tek cümleyle özetlemek gerekirse Müslümanların ‘var olup olmama aşamasına kadar getirmiş bir tehdit altında olduklarıdır’.
Arakan Eyaleti’ndeki Müslümanların bunca zulme maruz kalmaları Burma etnik çoğunluğu yönetimindeki merkezi hükümetle, Arakan Budist yönetiminin hakimiyetindeki Arakan Eyalet yönetiminin ortak çıkar ve hedeflerde buluşmasıdır. Diğer etnik yapılar gibi düne kadar merkezi hükümetle çatışma süreçleri yaşayan Arakanlı Budist toplum, 2010’dan itibaren değişen ulusal yönetimin sağladığı imkânları Müslümanları köşeye sıkıştırma ve tedrici olarak bölgeden çıkarma projesinde piyon rolü oynuyor. Ev hapsinin sona ermesiyle birlikte küresel demokrasi ikonu olarak sahneye çıkan Suu Kyi de zaman içerisinde kendini Müslüman kitlelerin maruz kaldıkları zulme sessiz ve seyirci kalma pozisyonunda direnmenin dışında bir eylemi olmadı. Öyle ki, daha bugün “Arakanlı Müslümanların içinde bulundukları durum abartılmamalı” anlamına gelecek bir açıklama yapması sözün bittiği noktayı işaret ediyordu. Kimileri için umut, kimileri için kahrın devamı anlamına gelen seçimleri izlemeye devam edeceğiz.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar