Mehmet Özay 17 Kasım 2015
Myanmar’da 8 Kasım’da yapılan seçim sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte, başta ülke içerisinde olmak üzere, ASEAN’da ve Batılı ülkelerde geleceğe dair iyimserlik havası iyice kendini hissettiriyor. Ülkenin modern tarihinde yaşanan üçüncü ‘demokratik’ seçim ‘Ulusal Demokrasi Birliği’nin (NLD) başarı ile sonuçlanırken, ordu ve ordunun sivil uzantısı Birleşik Dayanışma ve Kalkınma Parti’si (USDP) sözcülerince, muhalefetin gösterdiği başarı karşısında yenilginin kabul edildiği açıklamaları yapıldı. NLD, henüz kesinleşmemiş sonuçlara göre, 664 üyeli iki meclisli temsili yapıda 329 sandalye kazanarak tek başına başkan adayı çıkarma şansı elde etti. Bu sonuca rağmen, halen yürürlükte olan bir yasa gereği Suu Kyi, başkan adayı olamayacak. Ancak NLD içinden çıkacak bir başkanın Suu Kyi’nin “kontrolünde” olacağını seçim öncesi yapılan açıklamalardan biliyoruz.
NLD’nin bu başarısına rağmen, mecliste ordunun %25’lik kontenjanı, “işte bu da Asya tarzı bir demokrasi” dedirtiyor. Bir tür handikap olmakla birlikte, Suu Kyi’nin başkan olmasının yolunu açacak süreçte de aslında burada başlıyor. Mecliste NLD ve ordu kontenjanından milletvekilleri arasında yapılacak ittifaklar öncelikle mevcut yasanın değiştirilmesini ve böylece Suu Kyi’nin başkan olmasını sağlayacaktır. Seçim sonuçları hakkında, -en azından şu ana kadar- kabullenmiş bir tavır içerisindeki ordunun, yeni yılla birlikte açılacak meclisteki tavrının da uzlaşıcı bir yönelim sergileyebilir. Bu gelişme, kuşkusuz ki, ülkede toplumsal barışın tesisi noktasında olumlu bir gelişme kabul edilecektir.
Bu seçim ve NLD’nin elde ettiği başarı Myanmar’ın uzun 20. yüzyılının bitmesi anlamı taşıyor. 1948 yılında gelen bağımsızlığın ardından dönem dönem sivillerin öncülüğündeki siyasi yönetim, bir türlü kendine olumlu mecra bulamadı. Ülkeyi önce İngiliz ve ardından Japon işgalinden kurtarmada oynadığı rol ile ordu, diğer bölge ülkeleri gibi siyasi ve toplumsal yaşamın belirleyici unsuru oldu. 8 Kasım’daki seçimin ardından ordunun rolünün ne kadar gerilediğini ise şimdilik söylemek zor.
Seçimin galibi NLD olması kuşkusuz ki, 1990 yılında yapılan seçimlerin bir rövanşı olarak nitelenmeyi hak ediyor. Yirmi beş yıl sonra gelen bu başarının, aslında Myanmar halkının cunta rejimi karşısında sergilediği sabrın bir sonucu olduğunu da söyleyebiliriz. Bu gelişmelere rağmen, seçimin ardından ortaya çıkan tablonun kısa bir süre sonra nereye evrilebileceğini de şimdiden düşünmeye sevk ediyor. Bu bağlamda, bazı hususları gündeme taşımakta fayda var. Ancak bu gelişme bile, girişte belirttiğim üzere, örneğin Kamboçya gibi bölge ülkesinde muhalefet tarafından demokratik seçimlere barışcıl geçişin işareti ve ilhamı olarak algılanıyor.
Artık sorulan soru ‘Myanmar nereye gidecek?’ olacak. Bunların başında hiç kuşku yok ki, NLD adı, Suu Kyi ile birlikte anılması söz konusu siyasi hareketin geleceği için bir sıkıntı kaynağıdır. 1987 yılında başlayan siyasi yaşamı boyunca uzun yıllar ev hapsinde tutulan Suu Kyi, bugün yetmiş yaşında. Yani normal şartlarda biyolojik ömrünün sona yaklaşmış olmasının getirdiği bir ‘sınırlayıcılık’ var. Bu sınırlayıcılığı aşacak şekilde genç nesil politikacıların ne şekilde yeni politik arenada yer bulacağı ise muamma. Bu noktada “Niçin Suu Kyi?” sorusuna verilebilecek yanıtların biri belki de, onun giderek ilgi odağı olmasında geçmişte sergilediği sivil itaatsizlik kadar, Batı hükümetlerinden ve medyasından aldığı desteğin önemli bir rolüdür.
Bu liderin, babasından tevarüs ettiği politik zekâ ve eylem tarzı kuşkusuz ki, kayda değer. Ancak Myanmar gibi çok etnikli bir toplum yapısına sahip bir ülkede Suu Kyi ile başlayan siyasi muhalefetin geldiği noktayı da gözlerden uzak tutmamak gerekir. Nedir geldiği nokta? Bugün Suu Kyi ve partisi NLD’yi siyasi zafere taşıyan, ağırlıklı olarak Barma Budist etnik yapısından aldığı oylardır. Oysa, yıllar önce, ülkenin dört bir yanındaki etnik unsurlar için de bir ‘umut kaynağı’ydı.
Özellikle 2012 yılından itibaren ülkede Müslümanlara yönelik baskı ve saldırılar karşısında sesini çıkartamayan Suu Kyi, diğer etnik azınlıkların haklarını da açık, sarih ve de istikrarlı bir şekilde gündeme getirdiği söylenemez. Bunun sonucu olarak, ne Arakanlı Müslüman kitleler ne de savaş ortamının şu veya bu şekilde devam ettiği Kaçin ve Şhan gibi eyaletlerdeki etnik unsurlar bu seçimde oy kullanabildi. Söz konusu temsiliyet yoksunluğunun ülkenin yakın geleceğinde ne gibi yansımaları olacağı birlikte göreceğiz.
Burada Müslüman Arakanlıların konumuna yeniden değinelim. Her halükârda seçim öncesindeki tüm propaganda sürecinde, Müslümanların kurdukları partilerin ve milletvekili adaylarının seçime katılımının engellenmesi de dikkat çekici. Aslında burada genel anlamıyla Myanmar Müslümanlarının ortak bir kader birliği içinde olup olmadıkları, önümüzeki süreçte ülkedeki varlıklarının neye tekabül edeceği de üzerinde düşünülmeyi hak ediyor. Bugüne kadar, Arakanlı Müslümanlara yönelik ‘ilginin’, aslında Myanmar’daki tüm Müslüman grupları kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekiyor. Bugüne kadar gündeme getirilen konular bize, Myanmar’da Müslümanların geniş toplum içerisindeki yerlerinin pek de bilinmediğini gösteriyor. Bu noktada söz konusu bu kitlenin kendi içinde ne gibi siyasi, entellektüel, kültürel işbirlikleri veya parçalanmaları yaşadıklarının ortaya konmasında fayda var.
Dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus Rakidal Budist grupların varlığı. 1987-98 ve 2007 yıllarında yapılan dev kitlesel gösterilerde sivil kesimlere desteğiyle dikkat çeken Budist rahipler, 2011 yılından itibaren giderek ‘radikalleşme’ eğilimi sergiliyor. Grubun radikalleşmesinde ise, Arakan Eyaleti’nde yaşayan Müslüman Arakanlılara yönelik olarak ortaya çıkıyor.
Bu Budist grubunun ülke genelinde yaygın olan rahiplerin kaçta kaçını oluşturduğu noktasında kesin bir tahmin yürütülmemekle birlikte, kendini sosyal medya ve sokak gösterilerinde ortaya koyan bu grubun cunta rejimi ve uzantılarıyla olan yakın işbirliği. Seçim öncesi propaganda döneminde de önemli bir baskı unsuru olan bu radikal Budist grup, başta NLD olmak üzere, Müslüman milletvekili adayların çeşitli partileren aday olmalarını engellemede başarılı oldu. Bu gruba yönelik olarak ülkede ne kadar sorunlu olsa da, mevcut yasaların bile uygulanamıyor oluşu, Rahiplerin tek başlarına hareket etmediklerini ve devlet içerisindeki yapılanmalarla dirsek temasına işaret ediyor. Tabii bu noktada, Tayland gibi Budizm’in güçlü bir toplumsal ve kültürel etkisi olduğunu ve sosyal yapının her noktasına nüfuz kabiliyeti bu kitleye karşı çıkışın önünde manevi bir ‘baraj’ oluşturuyor.
Uzun süredir değişimi arzulayan Myanmar toplumu bunun sembolik ifadesini seçimsonuçlarıyla almış gözüküyor. Şimdi sıra icraatta. Ülkenin devasa sorunlarının nasıl ve hangi yöntemlerle aşılacağı konusu önümüzdeki dönemde tartışmaların odağında yer alacak.
Tidak ada komentar:
Posting Komentar