Tampilkan postingan dengan label KAMBOÇYA. Tampilkan semua postingan
Tampilkan postingan dengan label KAMBOÇYA. Tampilkan semua postingan

Jumat, 24 Januari 2014

Kamboçya’da Demokrasi Krizi Sürüyor / Crisis in Cambodia Continues

Mehmet Özay                                                                                                                   24 Ocak 2014
Hint-Çini bölgesindeki Kamboçya’da halk demokrasi sınavı veriyor. Ülkede altıncı ayı bulan siyasi istikrarsızlık giderek kronik bir hal alırken, iç siyasette çözüm yolları için dış faktörler devrede.
Halk Partisi başkanı ve Başbakan Hun Sen’in uzun yıllar süren iktidarına karşı başlatılan muhalefetteki Kamboçya Ulusal Kurtuluş Partisi, geçen Temmuz ayındaki seçimlerde aldığı oy oranıyla meşruluğunu kanıtlamış gözüküyor. 125 sandalyeli mecliste 55 sandalye kazanan muhalefet partisi, aslında seçimlere hile karıştırıldığını, ileri sürerek önce başta ABD olmak üzere uluslararası çevreleri ardından da muhalefeti destekleyen kitleleri harekete geçirme amacı güttü. Avrupa Parlamentosu’nun 16 Ocak’ta aldığı kararla Temmuz seçimlerinin araştırılması konusundaki kararı dikkate alınacak olursa bunda da kısmen başarılı olduğu söylenebilir. Ayrıca halkın desteğini sokak gösterileri şeklinde ortaya koymasıyla aradan geçen altı aydı kayda değer bir karşılık bulduğunu söylemek mümkün.
Bu anlamda adına demokrasi denilen sistemin bölge ülkeleri kadar Kamboçya’da da etkin olabilmesi için verilen mücadelelerde iktidar/muhalefet ikilisinin etkileşiminde farklı faktörler ve yönelimler söz konusu. Şeffaf olmayan seçim sistemi, hilenin karıştığı bir süreç sonunda parlamentonun kilitlenmesi ve sokak gösterileri şeklinde tezahür ediyor. Gösterilerde, özellikle ülkedeki yabancı yatırımların gelişmesine parallel olarak kayda değer bir sektör haline gelen tekstil işinde çalışanlar oluşturuyor. Bu kitlenin de %90’ının genç kadınlardan teşekkül ettiği göz önüne alındığında, ülkede hükümete yönelik tepkinin temelinde fakirlik olgusu kadar, genç kitlenin farklı taleplerinin olduğu da bir gerçek. Örneğin, aylık geliri 85 Dolar olan bu kitlenin talepleri karşısında hükümet, maaşları 95 Dolara yükseltirken, işçilerin taleplerini göz ardı ettiği tepkisini almaktan kurtulamıyor. Çünkü işçiler asgari ücret olarak 160 Dolar talep ediyor. Kimi STK yetkilileri ise, insanlık onuruna uygun yaşam standartlarını sağlamakla yükümlü olan hükümetin bu ücret politikasıyla ilgili anayasa maddesini ihlâl ettiğini ileri sürüyor. Gösterilerin hedefinde ise, meşruiyeti sorgulanan başbakan Hun Sen’in istifası ve yeni ancak adil bir seçime gidilmesi bulunuyor. Ancak bu sürecin nasıl gerçekleştirileceği ise şimdilik bir muamma.
Kuşku yok ki muhalefet geçen Temmuz ayında yapılan ve son otuz yıllık iktidarını pekiştiren (!) Hun Sen’e karşı parlamentoda çoğunluğu kazandığı yönündeki iddiasını sürdürüyor. Seçimler öncesi ve sonrasında uluslararası kurumları adil bir seçim yapılmasını sağlama yönündeki çağrı mevcut iktidar tarafından kabul görmemişti. Muhalefet lideri San Rainsy ise, sokak gösterileri ile tepkisini ortaya koyacağını ifade etmişti. Aradan geçen süreçte ülke temsili demokrasisinin kitlendiği gözleniyor. İktidar, muhalefet gösterilerine ‘sıfır tolerans’ politikası ile emniyet birimlerini harekete geçirirken, muhalefet ise kendi toplumsal dayanaklarından beslenerek haklılığını ortaya koymaya çalışıyor. Muhalefetin girişiminin bir yanında, mecliste kayda değer sayıda milletvekili kazanmasına rağmen, meclis çalışmalarına katılmaması yer alırken, öte yanında, yukarıda zikredilen toplumsal yapılar etkileşimiyle tepkisini sokakta gösteriyor. Muhalefetin sahaya sürdüğü güçler arasında, uluslararası şirketlerin yatırımları sonucu oluşan imalat sanayiinde çalışan işçilerinin önemli bir yer var. Hükümetin daha Temmuz ayındaki seçimler ertesinde göstermeye başladığı güvenlik güçlerini göreve çağırma kartı, Aralık ayının sonunda göstericiler üzerine ateş açılmasıyla ölümlerin meydana gelmesiyle artık gündemde ciddi bir şekilde yer almış gözüküyor. Ölümlerle birlikte Batılı ülkelerden tepkiler de gelmeye başladı. Özellikle bu ay başında gerçekleşen ölümlerin ardından AB Parlamentosu söz konusu vakaların araştırılması kararı aldı. Ayrıca, Başbakan Hun Sen, BM özel rapörtörüyle başkent Phnom Penh’de biraraya geldi. Bu görüşmede, BM yetkilisinin iktidar ve muhalefet arasında arabuluculuk yaparak iki tarafın masaya oturmasını istiyor.
Muhalefetin, Hun Sen hükümetinin meşruiyetini sorgulama sürecinde önümüzdeki günlerde Birleşmiş Milletler Konseyi’nin Cenova’daki toplantıları önem taşıyor. BM Konseyi’nce “Dönemsel İzleme Raporu” görüşmeleri yapılacak. Bu toplantılarda hükümet tarafı, son görüşmelerin yapıldığı 2009 yılından bu yana ne gibi gelişmeler kaydedildiğini BM üye devletler temsilcileri önünde ortaya koyacak. BM sitesinde ise toplantılara üye ülkelerin yanı sıra STK’ların katılabileceği belirtiliyor. Öte yandan, BM’nin muhalefet lideri Sam Rainsy’i de toplantılara davet ettiği ifade edildiği ve bu amaçla Rainsy’in, toplantılara katılmak üzere Cenova’ya gittiği belirtiliyor. Ancak, hükümet yetkilileri muhalefet liderinin toplantılara katılamayacağını ileri sürüyor. Rainsy’in Avrupa ziyareti Cenova’daki toplantı ile sınırlı değil. Buradan Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nu ziyaret ederek çeşitli temaslarda bulunacak. Hiç kuşku yok ki, bu temaslar yukarıda dile getirilen seçim ve güvenlik güçlerinin göstericilere yönelik saldırılarında ölümlerin araştırması konusunda Avrupa Parlamentosu’nun aldığı kararın AB Komisyonu’nca onaylanmasını sağlamaya yönelik. Bunda başarı sağlandığı ölçüde, Hun Sen hükümetine yönelik siyasi ve ekonomik baskıların gerçekleştirilmesine yönelik bazı girişimleri beklemek mümkün.
Muhalefet, tüm olasılıkları göz önünde bulundurarak alternatif eylem plânları hazırlıyor. Bu bağlamda, hükümeti istifaya ve yeni seçimler yapılmasına iknaya yönelik olarak Mart ayında yeni girişimler olabileceği belirtiliyor. Bununla birlikte, muhalefet liderleri amaçlarının kesinlikle şiddet kullanmamak olduğunu da ısrarla vurguluyorlar. Bir yanda düşük ücrete tabi tutulan tekstil işçileri ve kırsalda yaşayan nüfusun büyük bölümünün ekonomik sıkıntıları, öte yanda gençlerin yeni ve farklı talepleri karşısında hükümet bugünlerde uluslararası baskıyla da karşı karşıya kalabilir. Bu süreçte iktidar aygıtını elinde tutan Hun Sen’in muhalefetin ve uluslararası çevrelerin taleplerine nasıl karşılık vereceğini kestirmek ise güç.

Sabtu, 26 Oktober 2013

Kamboçya’da Halk Meydanlar’da / Cambodians in the streets

Mehmet Özay                                                                                                                   24 Ekim 2013


Kamboçya’da 28 Temmuz’da yapılanseçim sonrası ortaya çıkan siyasi kriz sürüyor. İktidardaki Halk Partisi’nin son on beş yılın en düşük siyasi kazanımını elde ettiği seçimlerde kimi kuruluşların ifadesiyle seçmenlerin %13’ünün oy kullanamadığı belirlenmişti. Seçimlerin ardından ise, muhalefeti oluşturan Kamboçya Ulusal Kurtuluş Partisi’nin düzenlediği gösteriler nedeniyle ülkede halk tabiri caizse ayakta…

Eylül ayında Başkent Phnom Penh’deki Özgürlük Meydanı’nda yapılan gösterilerde can kaybı ve yaralanmalar yaşanırken, 23 Ekim Çarşamba günü, yani dün başkentte başlayan ve üç gün süreceği belirtilen gösteriler öncesinde, binlerce güvenlik görevlisi şehrin kilit noktalarına konuşlanırken, Emniyet Müdürlüğü sözcüsü göstericilere karşı ‘daha temkinli’ olacaklarını açıkladı. Muhalefet ile ilgili kurumlar arasında yapılan toplantılarda gösterici sayısı, mekânı vb. gibi konularda net bir sonuç elde edilemezken, muhalefet gösterileri gerçekleştirmekte kararlı. Eylül ayındaki gösterilerde yaşananların ardından muhalefet lideri Sam Rainsy, bu yeni gösterilerde ‘şiddet yanlısı tarafın kendileri olmayacağını’ kamuoyuyla paylaşıyordu. Daha önceki yazılarımızda, polisin göstericilere şiddetle karşılık vermesi halinde ülkede toplumsal kargaşanın yaşanabileceğine atıfta bulunmuştuk. Hiç kuşku yok ki, İçişleri Bakanlığı kadar hükümet de konuya hassayisetle yaklaşıyor. Polis, Özgürlük Meydanı’na çıkan yollarda barikatlar kurarken, gösteriler dolayısıyla akşam altından itibaren sokağa çıkma yasağı ilân edildiği belirtiliyor.

Bu seferki gösterilerde söylem yerel boyuttan uluslararası boyuta taşınıyor. Muhalefetin toplanan iki milyon dilekçeyi, Khmer Rejimini sona erdiren ve siyasi barışın ilk adımı olarak gösterilen “Paris Anlaşması”na taraf olan ülkelerin büyükelçiliklerine ve Birleşmiş Milletler ofisine vermesi bekleniyor. Anlaşma metnine göz attığımızda birkaç ülkenin değil, tamı tamına 18 ülkenin olduğu görülüyor. Tahmin edilebileceği üzere ASEAN’a üye ülkelerin tamamının yanı sıra, bugün ASEAN’la siyasi ve ekonomik işbirlikleri yürüten ülkelerin olduğu görülüyor. Bu sürecin öncesinde muhalefet lideri Sam Rainsy, yurt dışı gezisinde Birleşmiş Milletler’in derhal ülkedeki duruma müdahil olması ve seçimlerle ilgili yolsuzlukların araştırılması konusunda uluslararası bir komite kurulmasını talep ediyordu.

Seçimlerin ardından muhalefet partisi, seçimlere hile karıştırıldığı iddiasını sürdürmekle kalmıyor, konuyu uluslararası arenaya taşıyor. Öte yandan, ülkenin manevi lideri konumundaki Kral Norodom Sihamoni, iktidar ve muhalefet arasındaki gerilimin daha fazla büyümeden liderler arasında yapılacak görüşmelerle barışçıl bir şekilde sonuçlandırılması çağrısında bulunmuştu. Kral’ın bu çağrısının ne kadar olumlu sonuç verdiği ise şüpheli. Aradan geçen sürece ve özellikle de, 28 Eylül’de Parlamento’da muhalefetin katılmayı reddettiği yemin töreninin yapılmasının ardından Hun Sen liderliğinde beş yıl boyunca görev yapacak iktidarın görev süresi onaylanırken, mulafelet bu gelişmeyi ‘anayasal darbe’ olarak yorumluyordu. Üstüne üstlük Kral Parlamento’daki törene katılmamakla birlikte, Hun Sen’in başında olduğu Halk Partisi’nden hükümeti kurması çağrısında bulunması bu süreçte Kral’ın kimden ne tür bir ferâgat istediği daha net ortaya çıkıyor.

Aslında ülke yakın tarihinde bu ilk değil… Bu bağlamda, yakın geçmişte yaşanan bir hadiseyi hatırlatmanın yeridir. Ülkede ilk demokratik seçim olarak tarihe geçen ve Birleşmiş Milletler nezdinde gerçekleştirilen 1993 seçimlerini Prens Norodom Ranariddh’in partisi birinci sırada bitirmiş. Hun Sen’in partisi ise ikinci sırada yer almıştı. Ancak Hun Sen, siyasi ittifakları ve özellikle ordu gücünü bir baskı aracı olarak kullanarak “iktidar paylaşımı” mücadelesinden zaferle çıkmıştı. Bu gelişmenin ardında kuşkusuz ki, dönemin Kralı Sihanouk’un seçimleri kazanan “Funcinpec Partisi”nin başında bulunan ve Başbakanlığı hak eden oğlu Prens Ranariddh’den ‘iktidarı paylaşması’ yolundaki ‘telkini’ önemliydi.  Burada akla Kral’ın bundan muradı neydi sorusu geliyor haklı olarak. Manevi babası konumundaki Kral, siyasal yaşamda nükseden bu gelişmeni ülkede ‘yeniden’ bir iç savaşa dönüşmesindense, “istikrarın” öncelenmesini “toplumsal adaleti” daha sonra elde edilebileceği yönündeki yaklaşımından kaynaklanıyordu. Bugün bu sürecin bir benzerinin yaşandığını söyleyebilir miyiz? Eylül ayında yapılan Parlamento Yemin Töreni yapıldığına ve Kral sessiz kaldığına göre cevabımız evet olabilir. Parlamento’yu açma gücünü kendinde bulan Hun Sen’in önemli dayanaklarından birinin ordu ve polis üzerindeki kontrolü olmadığını kim iddia edebilir. Ancak bu sefer halk meydanlarda… Başbakan Hun Sen, bu Kral onayına rağmen, rahat bir şekilde koltuğunda oturabilecek mi?

Kaldı ki, Monarşi ailesine mensup Prens Sisowath Thomico muhalefet partisi içerisinde aktif rol aldığı gibi, seçimlerde yaşanan usulsüzlükleri ve de Başbakan Hun Sen’i protesto amacıyla açlık grevine bile gitti. Kamboçya’daki bu seçim isyanının ardında otuz yıla varan Hun Sen iktidarının yanı sıra, Başbakan’ın daha birkaç on yıl daha iktidarda kalma hevesini kamuoyuyla paylaşmış olmasını da unutmamak lazım. Bölge ülkelerindeki iktidar partileri veya Başbakanlar bağlamında bakıldığında pek kanıksanacak bir durum olmasa da, değişen siyasi ve toplumsal koşullar nedeniyle Kamboçya halkı siyasi farklılığın peşinde olduğunu ortaya koyuyor. Halkın en azından bir bölümünün seçimlerden neredeyse üç aya yakın bir sürenin geçmesine rağmen, halen ‘seçim usulsüzlüklerinin’ giderilmesi konusunda ısrarı ve konuyu gündemde tutması ülke genelindeki memnuniyetsizliğin yansımalarından biri olarak okunabilir.

Ülke içerisinde süren bu iktidar mücadelesinin iç dinamikleri dışında dış dinamikleri ve aktörlerinden de söz edilebilir. Bu bağlamda, Batılı unsurların ASEAN ve APEC çerçevesinde giderek daha çok dikkat çektiği gözlemlenen bölge ülkelerinde ekonomik ve ticari gelişmişlik öngörülürken, halklar tıpkı Batıdaki ‘özgürlükleri’ kendi gündelik yaşamlarına yansıması arzusundalar. Bunun itici gücü, ülkenin son birkaç on yılda Batı’da eğitim görmüş orta sınıf aydınları ile bunların Batılı etkileşimlerinin ülke gündeminde belirleyici olabilecekleri düşünülebilir. Tabii bu noktada, ülke ekonomisi diğer çevre ülkelere kıyasla geri kalmışlıkla tanımlansa da, ülkenin dünü ve bugünü arasında bir değerlendirmeye gidildiğinde ortada fark olmadığı söylenemez. Bu sürecin, bölge ve batılı ülkelerin yatırımlarıyla daha da yapısal güç kazanmaya başladığı göz önüne alındığında, burada ekonomik kazanımların kimler elinde toplandığı da üzerinde durulmayı hak ediyor. Siyasi elitin aile bağlarıyla ülkenin kilit ekonomi arterlerini elinde tuttuğu gizli saklı bir husus olmadığından, özellikle ASEAN ekonomik işbirliğine doğru gidilen süreçte ekonomik zenginliğin halkla ne kadar paylaşılıp paylaşılmayacağı meselesi de gündemin önemli maddelerinden.

sosyal sistemleri içerisinde debaşta ekonomik olmak üzere şu veya bu şekilde sosyal gelişmişlik düzeyini artırmayı hedefleyen kapsamlı programların

Gösterilerin devam ettiği süreçte, muhalefetin hükümete yönelik eleştirilerini seçim komisyonu üzerinden yapması birkaç ay sonunda karşılığını bulmuş olmalı ki, hükümet kanadı Seçim Komisyonu’nun ‘demokratikleştirilmesi’ yolunda adımlar atmaya hazırlanıyor. Bu çerçevede ülke siyasal yaşamına ‘çoğulcu liberal demokrasi’, ‘yasaların hakimiyeti’ vb. gibi kavramların da giderek daha sık bir şekilde kullanılmaya başlanacağı anlamına geliyor. Gerçi “Paris Anlaşması”nda (1991) ‘çoğulcu liberal demokrasi’ye atıf olsa da, aradan geçen süreçte pek de işlerlik kazandırılmadığı görülüyor. İktidar ve muhalefet arasında Eylül ayında yapılan kimi görüşmelerin ardından seçimlerin ‘adil’ bir şekilde gerçekleştirilmesi için yeni bir yapılanmaya ihtiyaç olduğu sonucu çıkmıştı. Nihayetinde bu yıl sonunda yapılması plânlanan kapsamlı görüşmelere davetler yapılmaya başlandı bile. Bu gelişmede ülke içi iktidar-muhalefet etkileşiminin olduğunu düşünülse de bununla sınırlı olmadığı da bir gerçek. Çünkü hükümetin ‘demokratikleştirme’ sürecine davet ettiği oluşumlar arasında sadece ulusal kurumlar değil, uluslararası siyasi organizasyonlar da yer alıyor. Özellikle Fransa sömürgesi olması dolayısıyla bugün dahi Fransa’nın ülke siyaseti üzerinde şu veya bu şekilde müdahalesinden söz etmek mümkün. Öyle ki, Khmer Rejimi’nin sona erdirilmesi süreci de nihayetinde Paris’te yapılan müzakerelerle hayat bulmuştu.

Hükümetin bu son adımının, bitmek bilmeyen eleştiriler ve gösterilere bir yanıt olduğu kesin. Bölgedeki benzer örnekleri ve de iktidar kanadının muhalefetin ‘bağımsız bir araştırma komisyonu kurulması’ talebine olumsuz yanıt verdiği dikkate alındığında hükümetin bu son önerisinin zaman kazanma adına paylatif bir sürece yöneldiği şeklinde de yorumlamak mümkün. Ülkenin son otuzyılına damgasını vurmuş iktidar yapısının değişmesi yönünde Batılı kurumların bir girişimi söz konusu olduğu gibi, ülkede yatırımları ile dikkat çeken örneğin Çin ve Güney Kore gibi kimi bölge ülkelerinin bu statükodan vazgeçmeme adına iktidara destek vermeleri de söz konusu.

Hun Sen Hükümeti kurmasına rağmen, Kral’ın çekinceleri, muhalefet partisi’nin parlamentoda yer almayı reddetmesi, halkın gösterilere iştiraki gibi gelişmeler Başbakan’ın siyasi meşruiyetinin sorgulanmasına yol açıyor. İktidar partisi, bölgedeki örneğin Tayland gibi kimi ülkelerde muhalefet karşısında gösteri yapma kabiliyeti gösterirken Hun Sen kendisine sadece ordu ve polis gücünün varlığını dayanak noktası yapıyor. Kaldı ki, bağımsızlıktan ve Khmer Rejiminin sona erdirilmesinden sonra ülke uluslararası çevrelerin şu veya bu şekilde müdahalelerine açık hale geldiği de kesin. Bu çok aktörlü siyasi çatışmada son noktanın öyle pek de yakın gelecekte konulacağına dair ibareler de henüz belirmiş değil. 

Kamis, 29 Agustus 2013

Kamboçya’da şiddet geri mi geliyor? / Violence Back to Cambodia?

Mehmet Özay                                                                                                               29 Ağustos 2013
Ülkedeki kitle gösterilerine ‘uygun’ karşılığı vereceğini ifade eden Hun Sen beklemede...

Kamboçya’da Khmer rejimi hayaleti gerimi dönüyor? 28 Temmuz genel seçimleri sonunda 28 yıldır iktidarda olan Hun Sen liderliğindeki Halk Partisi 123 sandalyeli mecliste 68, Sam Rainsy’nin başını çektiği muhalefet ise 55 sandayle kazanmıştı. Seçim Komisyonu genel oyların %49’unu Halk Partisi, %44’ünü de muhaleti temsil eden Ulusal Kurtuluş Partisi’nin aldığını açıkladı. Bununla birlikte, Hun Sen’in uzun dönemli iktidarına son vermeyi hedefleyen hedefleyen muhalefet, yaklaşık bir milyon seçmenin oy kullanmasının engellendiğini, bu nedenle seçimlere hile karıştırıldığını ileri sürmüş ve seçim komisyonuna itiraz başvurusunda bulundu.

Seçim Komisyonu’nun usülsüzlükler yaptığını vurgulayan muhalefet yetkilileri, bunda özellikle mevcut Hun Sen hükümetinin girişimlerinin büyük rol oynadığını, dolayısıyla mevcut komisyon yerine bağımsız bir birimin seçim ihlâlleri konusunu ele almasını talep ediyorlar. Bu süreçte, muhalefet kanadının seçim sonuçlarının incelenmesi işinde Birleşmiş Milletler’e başvurması gelişmelerin ne denli kaygı verici olabileceğinin de habercisi. Bugüne kadar, söz konusu itirazlara herhangi bir karşılık verilmediği gibi, muhalefetin halkın siyasi tepkisini ortaya koyacak gösteriler organize etme çağrısına iktidar kanadı ‘tanklarla’ cevap verme yolunu tercih ettiğini ortaya koyuyor.

Bu bağlamda, mevcut seçim komisyonunun tarafsızlığından söz etmek yerine, hükümetin bir ‘organı’ işlevi gördüğü konusunda ciddi kaygılar var. Bu kaygılardan ötürü, muhalefeti seçim sonuçlarına yaptığı itirazların dikkate alınacağından da kuşku duyuyor. Bu nedenle muhalefet lideri Sam Rainsy aralarında Budist rahiplerin de yer aldığı muhalefet yanlılarını seslerini yükseltmek için meydanlara çağırıyor. Bu gelişmenin, bölgenin benzer ülkelerinde yaşanan süreçlere benzediği dikkat çekiyor. Muhalefet bu gösteriler ile bir yandan hükümet üzerinde ‘sivil baskı’ oluşturmayı hedeflerken, öte yandan bölgesel ve uluslararası medya ve siyasi merkezleri de Kamboçya’da olan bitene kulak kabartmalarını arzuluyor. Zaten seçimlerin hemen akabinde Sam Rainsy’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptığı ziyaret bunun açık bir göstergesiydi.

Ancak burada önemli olan husus, halkın buna ne kadar hazır olduğu. Daha düne kadar Khmer Rejimi’nin katliamlarına konu olmuş ve buhranı en son noktasına kadar tecrübe etmiş, dolayısıyla sosyal psikolojisinin bu siyasi ve özellikle de toplumsal buhranı atlattığı konusunda şüpheler olduğu bugünlerde belirginlik kazanıyor. İktidar odaklarının seçim komisyonuna yapılan itirazları dikkate almayacakları konusundaki ipuçları kendini çeşitli şekillerde ortaya koymaya başladı. Önce Halk Partisi’ne bağlı çeşitli organların çeşitli bölgelerde bazı toplum kesimlerine seçimlerin ‘adil’ olduğu yönünde bir dilekçe imzalattığı haberleri geldi. Özellikle Kamboçya İnsan Hakları Merkezi yetkilileri kendilerine bu yönde başvurular olduğunu ileri sürüyordu. Ardından muhalefet yanlısı bir aktivistin -her ne kadar polis olayın siyasi olmadığını açıklasa da- öldürülmesi ve gene kimi muhalefet yanlısı kişilerin tutuklandı. Bu noktada, söz konusu ‘icraatları’ yukarıda değindiğimiz üzere toplum üzerinde geçmişin ‘kara’ günlerini hatırlatan ve göz dağı vermeyi amaçlayan girişimler olarak da yorumlamak mümkün.

Ancak gelişmeler arasında en dikkat çekeni hiç kuşku yok ki, kitle gösterilerinin hemen öncesinde başkent Phnom Penh’de merkezi noktalara askeri birliklerin sevk edilmesiydi. Bu nedenle geçen hafta yapılan gösterilere katılım oranının düşüklüğü dikkat çekiyordu. Ordu birliklerinin tanklarla konuşlanması hiç kuşku yok ki, Kamboçya halkının zihninde Khmer ruhunun yeniden dirilişine tekabül ediyor. Aradan geçen çeyrek yüzyılı aşkın süreye rağmen, nelerin olup bittiği konusunda toplumsal rehabilitasyon çabaları ortaya konmadığı, aksine ‘unutulmaya’ terk edilen heyülanın hiç de sanıldığı gibi ortadan kaybolmadığı yorumlarına neden oluyor. Öyle ki, tahmin edilebileceği üzere gösterilerin başat grubu olan genç nesil, şiddetin yeniden uç verebileceği endişesini taşıyan ailelerindeki yaşlıların uyarılarına konu oluyor.

Bu süreç, dünün şiddetini derinden yaşayan neslin yerine bugün genç nesil sözde demokratik liderlik konumundaki Hun Sen’in uzun iktidarının sona erdirilmesini arzuluyor. Ki bu nesil, Hun Sen iktidarının bir sonucu olmakla bir ironiyi de ortaya koyuyor aslında. Bugün siyasi muhalefetin ve de destek veren geniş kitlelerin nazarında Hun Sen değişen dünyanın değil, dünün, yani gücünü devlet organlarına ‘konuşlanmaktan’ devşiren lider tipolojisinin bir örneği telâkki ediliyor. Ancak, bir dönüşüm olacaksa bunu da meşru araçlarla gerçekleştirmekten başka yolları olmadığının da farkındalar. Sam Rainsy, iktidarı gayri meşru şekilde ellerinde tuttuğunu söylediği siyasi elite karşı, halkın meşru gücünü ortaya koymada birliğe atıf yapması önemli. Bu noktada, Hun Sen karşıtı bir blok oluşturma gayreti içerisinde. Hedef ise, şayet mevcut itirazlar dikkate alınmazsa, seçimlerin kesin sonuçlarının ilan edileceği 8 Eylül sonrasında, geniş çaplı gösterileri gündeme getirmek.

Bugün için Hun Sen’in gösterebildiği ‘tek kart’ ise ‘tankları’ meydanlara sürmek... Kimi siyasi gözlemciler, Khmer döneminin ürünü olan Hun Sen’in gerektiğinde bu şiddet ‘aparatlarını’ kullanmaktan çekinmeyeceğini dile getiriyorlar. Ve 1997 yılında yaşanan, aralarında bugünkü muhalefet lideri Sam Rainsy’nin de aralarında bulunduğu 150 kişinin yaralandığı 16 kişinin öldüğü şiddet olayını hatırlatıyorlar...

Muhalefetin bir anlamda içinde bulunduğu koşulların zorlamasıyla uluslararası çevreleri, örneğin BM’yi gözlemci sıfatıyla da olsa davet etmesine karşılık, üyesi olduğu ASEAN özelinde bir girişimin olmaması düşündürücü. Benzer süreçleri yaşamış ülkelerin bulunduğu Birliğin, Kamboçya’daki son siyasi krizde kayda değer rol alabileceği düşünülebilir ve aslında alması da beklenmesinden daha doğal bir şey yok.


Selasa, 30 Juli 2013

Kamboçya Hun Sen’le Devam

Mehmet Özay                                                                                                             29 Temmuz 2013

Kamboçya’da seçimin göreceli zaferi son otuzyıla damgasını vuran Hun Sen oldu. Muhalefetin seçimler öncesinde dile getirdiği ‘hileli seçim tuzağı’ söylemi yerini buldu denilebilir. Çünkü seçim günü seçim sandıklarında isimlerini bulamayan seçmenlerin kendiliğinden gelişen tepkiyle polis araçlarına saldırarak ‘sivil taşkınlık’ çıkarmalarının yanı sıra, Hun Sen’in seçimi kazandığının ilân edilmesinin ardından muhalefetin önde gelen ismi Kamboçya Ulusal Kurtuluş Partisi seçim sonuçlarına itiraz edeceği yönündeki beyanları ülkede gündemi oluşturuyor. Bu itirazın temel gerekçesi yukarıda dile getirildiği üzere kimi seçmenlerin adlarını listelerde bulamamaları kadar, tıpkı bazı ülkelerde olduğu gibi, ikinci defa oy kullanımını engelleme adına kullanılan mürekkebin ‘kalitesi’ sorunu... Seçimleri izleyen bir sivil oluşum olan “Serbest ve Adil Seçim Komisyonu” söz konusu usulsüzlükler nedeniyle seçmenlerin %13’ü oy kullanamadığını ifade ederken, siyasi iktidarın davetlisi olarak seçimleri izlemeye gelen Endonezya Eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Asya Pasifik Demokratlar Merkezi’nin de başkanlığı da yapan Yusuf Kalla, yukarıdaki güçlü itiraz içeren ifadeye hiç değinmeyen açıklamasıyla dikkat çekti.

Peki Pazar günkü beşinci genel seçimlerin sonuçlarında hangi parti ne kadar sandalye kazandı? İktidardaki Kamboçya Halk Partisi’nin 123 sandalyeli parlamentoda 68, muhalefet ise 55 milletvekili kazandı. İktidar partisinin bir önceki dönem sahip olduğu milletvekili sayısının 90 olduğu hatırlandığında, iktidarın parlamento gücünde önemli bir gerilem göze çarpıyor. Öte yandan, muhalefetin bir blok olarak girdiği seçimlerde 55 sandalye kazanması bölge ülkelerinde -örneğin, Singapur, Tayland, Malezya- muhalefet dinamiğinin kendini Kamboçya siyasal sisteminde de gösterdiğini ortaya koyması açısından dikkat çekici. İktidarın ilk defa böylesi bir kaybı yaşaması ülke siyasal yaşamında önümüzdeki dönemde farklı tabloların çıkacağına işaret ediyor. Yani Hun Sen, tek başına bir iktidar olmak yerine, halkın temsilcisi konumundaki muhalefetin görüşlerini dikkate alacaktır.

Ülkede ilk genel seçimler 1993 yılında dönemin şartları gereği Birleşmiş Milletler tarafından organize edilmişti. 9 milyon kayıtlı seçmenin bulunduğu ülkede, sekiz siyasi parti seçimlere iştirak etti. İktidardaki Kamboçya Halk Partisi ile Sam Rainsy Partisi ile İnsan Hakları Partisi’nin oluşturduğu koalisyon blogu iki önemli rakip olarak belirdi.

Ülkede son döneme damgasını vuran Kamboçya Halk Partisi’nin parlamentodaki önemli çoğunluğunun erozyona uğradığı ve muhalefetin kayda değer bir güç edindiği üzerinde durulacak bir durum. Muhalefet bu kazanımına rağmen, seçim sonuçlarına hile karıştırılması gibi ‘bölge demokrasilerinde’ hiç de olağanüstü sayılmayacak durum karşısında halktan aldığı güçle de sonuçları kabul etmediğini ve seçim komisyonunun soruşturmaya tabi tutulmasını talep ediyor. Burada bir ayrıntıya dikkat çekmekte fayda var. Muhalefet seçimlere hile karıştırıldığını dikkatlere sunarken, ‘bugüne kadar ki en vahim seçim’ cümlesini kuruyor. Bu aslında iktidar odağının elinin altındaki ‘Seçim Komisyonu’ üzerinden manipülasyon çabalarının muhalefetin gücüne paralel olarak giderek yoğunluk kazandığını da ortaya koyuyor. Hani daha birkaç ay önce seçimin olduğu bir ülkede, hala siyasetin merkezindeki eski başbakan ‘Benim zamanımda bu kadar çok çaba sarfetmek gerekmiyordu’ dediği gibi, dün ‘nasıl olsa kazanacağız’ diyerek seçime giren iktidarlar, bugün farklı bir dil ve ‘eylem’ geliştirmek zorunda kalıyorlar.

Muhalefetin bu denli öne çıkan bir başarı elde etmesinde ülkede otuz yıllık Hun Sen iktidarının varlığı kadar bölge ülkelerinde sivilliğe itibar eden bir muhalefet anlayışının giderek yaygınlık kazanmasına bağlayabiliriz. Önce Hun Sen niçin otuz yıldır iktidarda kalabildi bunun cevabını aramak gerekiyor. Bunu sadece ülkenin ‘Asya kaplanları’ kadar olmasa da, çevre ülkelerin ekonomik kalkınmasından Kamboçya’ya da bu gelişme hissesinden bir pay düştüğü ortada. Gelişme olgusunun sadece ulusaşırı şirketlerin üretim tezgâhlarında kırsal kesimden gelen Kamboçyalı kızların ve erkeklerin çalışması anlamına gelmiyor. Bu sürecin genel eğitim olanakları, kimi ölçekte yüksek öğretim kurumlarının varlığı, halkın kendi içine kapanık değil, çevrede olan bitene tanıklık edecek bir tür bilinç sürecine pasif veya aktif müdahil oluşu gibi faktörler dikkate alınabilir. Peki ‘muhalefetin iktidarla sorunu nedir? diye soracak olursak, klasik cevap hazır: yolsuzluklar, adam kayırmalar, kroniler... Kamboçya özelinde buna bir de halkın toprağının ucuza ‘kapatılarak’ uluslararası şirketlere veya yandaşlara sunulması var. Toprağın kırsal kesimdeki halk için ‘her şey’ anlamına geldiği hatırlandığında, bunun salt bir siyasi sorun değil, etik boyutları da olan kapsamlı bir sorunlar bütünü olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Mao Zedong’dan alıntı yaparak şu hususu da unutmamak gerektiğini ifade etmeliyiz. Zedong’un, ‘siyasi güç silahla büyür’ diye bir sözü var. Silahtan kasıt iktidarın daha doğrusu iktidarı diktatörlüğüne araç kılan bölge ülkeleri liderlerinin uzun erimli iktidar örneklerinde görüldüğü üzere ordu önemli bir faktör.

Öte yandan, okur yazar genç nesillerin ebeveynlerinden farklı taleplerle siyasi ve sosyal alanda var olma istekleri içerde yakın geçmişe kadar baskı altında tutulmuş muhalefet kanallarının genişlemesine neden oluyor. Aynı zamanda, küresel yapılaşmaların da bu tür ülkelerde ‘halk’ üzerinden değişimi güncelleme istekleri bir vechesiyle yönlendirmeye tabi tutulmasıyla ilgili ülkelerde ‘sürpriz’ denilebilecek sonuçların ortaya çıkmasına neden oluyor. Halk özellikle de genç kitlelerin ‘değişim’ (doh) taleplerine karşı koyan güç sadece iktidar kanadı değil. İktidarda olmanın getirdiği avantajları sonuna kadar kullanan, aslında nötr ve bir ölçüde de yenilikçi yanlısı olacağı tahmin edilen medyanın bu süreçte oynadığı ‘sistematik rol’ gözlerden kaçmıyor.

Kamboçya’da muhalefet lideri Sam Rainsy’in kral tarafından affının mevcut siyasi yapı ve politikalardan tatminkâr olmayan kitleler üzerinde böylesine önemli bir etkisi olduğuna kuşku yok. Her ne kadar, bir ‘Başbakan adayı’ olarak seçimlere girmese de, Rainsy’in kısa sürede seçim kampanyasına aktif katılımı sıradan toplum kesimlerini -içinde yanılsamanın da olabileceği- yeni bir siyaset dili ile tanıştırmaya yetiyor.

Muhalefetin elde ettiği bu siyasi başarının sadece ‘parlamento’ sınırları içinde kalmayacağı, bir diğer boyutu yani toplumsal açılımlara yol verecek kimi inisiyatiflerin geliştirilmesine olanak tanıyacaktır. Bu noktada ilk akla gelen tabii ki medya gücü oluyor. Sam Rainsy seçimlerin hemen ardından yaptığı açıklamada, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, halkın muhalefete teveccühünün önemli olduğunu ve Kamboçya halkına yanlarında olduklarını göstereceklerini belirtmesi önümüzdeki süreçte sivil bir muhalif anlayışının gelişeceğine dair bir gösterge olarak değerlendirilebilir.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=269134

Senin, 29 Juli 2013

Kamboçya Müslümanları ya da Champalılar / Cambodian Muslims or Champas

Mehmet Özay                                                                                                             29 Temmuz 2013

Muslims living in Cambodia are originally descendants of Muslims community in the ancient Kingdom of Champa. The historical developments put the Champa Muslims in constant contacts with Cambodia. Though they live in Buddhist majority country, the social relations between Khmer-Buddhist and Muslims are almost entirely different than the relations emerged between Buddhists and Muslims in other countries. Here there is another significant factor should be mentioned that the percentage of the Muslim community in Cambodia can be overlooked by some circles. This very minor percentage might be a good reason of Buddhist community not to regard Muslims as a danger of ‘invading group’ through marriages and business opportunities in the country. On the other hand, it can be argued that the major factor behind this affirmative relationship between these religio-social groups is their both being discriminated in entire manner under the Khmer Rogue. In this juncture, it should be asked about the future of Champa Muslims in Cambodia…

Kamboçya’da, Hint-Çini’ni oluşturan diğer ülkelerde gözlemlendiği üzere sosyo/dini hayatta Budizmin baskın olduğu bir yapı hakim. Halk katmanlarındaki bu önemini, Budizmin ülkenin resmi dini olarak kabul edilmesinde görmek mümkün. Kimi tanıklıklardan hareketle, ülkenin temel insan stoğunu oluşturan Khmerlerin -ve de diğer etnik azınlık gruplarının- bu topraklarda yaşam süren Müslümanların tıpkı diğer Budist egemen Hint-Çini toplumlarındakine benzer bir ‘baskı’ altında oldukları akla gelebilir. Ancak Kamboçya’nın özellikle modern tarihinde yaşanan gelişmeler halk katmanında olduğu gibi yönetim bazında da Müslümanlara karşı farklı bir etkileşimi gündeme getirdiği görülüyor. En azından dışa yansımayan etnik/dini unsurlar arasında var olan bir ‘sosyal anlaşmadan’ söz etmek mümkün.

Bu anlamda, ülkedeki etnik azınlıkların  mensup olduğu dini yapıları da dikkate alarak Kült ve Din İşleri Bakanlığı faaliyet gösterdiğine dikkat çekmek gerekir. Bununla birlikte, tarihin değişik evrelerinde çeşitli vesilelerle bölgeye gelip yerleşmiş olan azınlık Müslüman gruplar, bugün toplam nüfus içerisinde %1 gibi kimilerince göz ardı edilebilecek küçük bir grubu teşkil ettiği de bir başka gerçek. Yani sayısal oranla değerlendirilerek ülkenin siyasi ve dini başat unsurlarınca varlığı göz ardı edilebilecek bir Müslüman kitle mevcuttur. Bu yüzde birlik kısma göz atmakta fayda var. Müslümanların kendi içlerindeki dağılımında da yaklaşık %80’ini ise Champa Müslümanları oluşturuyor. Yapılan son çalışmalar Müslümanların nüfusunun 700.000 civarında olduğunu ortaya koyuyor. Bu bağlamda, Müslümanların ülke genel nüfusu içerisinde %5’lik bir yer aldığı söylenebilir. Bu nüfus “Cham” ve “Chvea” adı verilen iki etnik Müslüman grubunu oluşturuyor. ‘Chvea’ muhtemelen Malay toplumu için kullanılan yaygın kelime olan ‘Java’ anlamına kullanılmış bir kelimedir. Müslümanlar ülkenin önemli şehirlerinden olan Kampung Cham başta olmak üzere, Kampong Chenang, Kompot ve başkent Phnom Penh’de yaşam sürmektedirler. Müslüman halk kendini kimi sivil oluşumlar vasıtasıyla da ifade etme imkânı bulmaktadır. Müslümanların tümünü bağlayıcı kılan Şeyühislam kurumunun yanı sıra, çeşitli birliktelikler şeklinde de örgütlenmeler hizmet vermektedir. Bunlar arasında Kamboçya İslam Birliği, Kamboçya Khmer İslamc Birliği, Kamboçya Cham İslam Birliği, Müslüman Öğrenci ve Öğretmenler Birliği dikkat çekmektedir.

Ülke Müslümanlarına adını veren ‘Champa’ kelimesi üzerinde durmakta fayda var. ‘Champa’ tarihin erken devirlerinde bugünkü Vietnam sınırları içerisinde doğmuş ve gelişmiş bir krallık. Bu toprak parçasının Çin’e yakınlığı, Malaka Boğazı, Sunda Denizi gibi önemli su yollarıyla bağlantısı dikkate alındığında değişik coğrafyalardan -aralarında Müslümanların da olduğu- kitlelerin yerleşimine açık olduğu anlaşılıyor. Krallık içerisinde Müslüman olan kitlelerin -ki Champa Müslümanları olarak adlandırılmaktadır- İslamla tanışmaları yaklaşık Miladi 1000 yılında gerçekleşmiş ve önemli bir sosyo-siyasi grup olarak krallık içerisinde 15. yüzyıl son çeyreğine kadar kayda değer bir rol oynadığı ilgili kaynaklarca dile getirilmektedir.

Müslümanların göç etmek zorunda kaldıkları Kamboçya’daki yönetim ve toplum yapısını anlamaya çalışmak da, Müslümanların konumlarını değerlendirmede kayda değer bir rol oynayacaktır. Kamboçya, Khmer adı verilen halkın ana yurdu olarak bilinir. Tarihin erken dönemlerinde (12. yüzyıl) Angkor Medeniyeti’ni inşa etmiş olan bu halk 16-17. yüzyıllara gelindiğinde eski gücünü yitirmişti. O yüzyıllarda bölgede öne çıkan güç merkezi Ayudha Siam Krallığıydı. Bu yüzyılların gerek doğulu gerekse batılı denizci ve tüccar kesimlerinin Malay Takımadaları, Hint-Çini bölgesine yönelik ‘istikrarlı’ nüfuzları görülüyordu. Bu çerçevede her ne kadar kayda değer bir güç merkezi niteliği taşımasa da, Kamboçya Krallığı’nın başkenti Phnom Penh’de de bu yabancı komunitelere rastlamak mümkündü. Bu dönemde Kamboçya’nın ihtiyaç duyduğu, özellikle askeri insan gücünü Malay ve Champa’lıların sağladığı ifade edilir.

Champalıların sahneye çıkmasından önce Kamboçya Krallığı’nda Malay toplumu varlığından bahsedilir. Öyle ki bu Malay nüfus 16. yüzyıl sonlarında yaşanan taht mücadelesinde bir güç unsuru olarak ortaya çıkmış ve başlarındaki Laksamana (Komutan) bağımsız bir siyasi ve askeri yapı oluşturmuştur. Tabii Malay toplumunun, o dönemde İspanyol ve Portekiz unsurlarının varlığı ve Saray’a yönelik müdahalelerine karşı bir blok oluşturduğunu haliyle düşünmek mümkün. Söz konusu bu Malay grubunun coğrafi yakınlık, o dönemki siyasi gücünün yanı sıra, gene o dönem Kabmoçya’da sınırlarında olan bugün Vietnam’a bağlı Mekong Deltası’nın güney ucu ile deniz bağlantısı dikkate alındığında Patani Sultanlığı’ndan nüfuz eden Patani Malayları kadar Pahang, Johor ve hatta Sumatra Jambi ve Minangkabau’dan gelen Malay grupların varlığından bahsedilmektedir. Bu grubun o dönem Kamboçya’sında en önemli ikinci Müslüman grubu oluşturduğu vakidir.

Kamboçya Kralı’nın Müslüman Oluşu

Kamboçya Krallığı’nda 16. yüzyıl sonlarından itibaren baş gösteren taht mücadelesi nihayetinde 1641 yılında Prens Chao Ponhea Cand’ın tahta çıkmasıyla sonuçlansa da, amcasıyla olan siyasi mücadele devam etmiştir. Ancak, önde gelen dört komutandan aldığı destekle giriştiği savaşta amcasına karşı galip gelmesiyle uzun süren taht mücadalesine son vermiş oldu. Burada dikkat çeken husus, komutanlardan birinin ‘Mantri Tejah Mas’ adında bir Malay Müslüman olmasıdır. Bunun üzerine siyasi gücünü pekiştiren Chao Ponhea, I. Reameathipadei adını alarak tahtta oturdu.

17. yüzyıl ortalarına doğru belki de bölge tarihinde bir ilk anlamı taşıyacak önemde bir değişim yaşandı. Dönemin Kralı I. Reameathipadei (1641-1658), İbrahim adını alarak Müslüman olması bölgede yaşayan Müslümanların toplumsal ve siyasal kaderleri üzerinde değişime neden oldu. Kral’ın Müslüman olma serüveni birkaç nedene bağlantılandırılır. İlk etapta bir ‘aşk’ hikâyesi ortaya konulsa da, arka plânda, aslında Kral’ın tahtını koruma adına Müslüman kitle ile siyasi ittifak yapma niyeti olduğundan bahsedilir. Kral, Bir diğer neden ise savaşta amcasını öldürmesinden neşet eden vicdan azabıdır. Bu azaptan kurtulma adına Budist papazlara yönelmesinden umduğu ‘tatminkâr’ cevabı alamaması üzerine bölgedeki Müslüman din adamlarına danışır. Bu sürecin akabinde Müslüman olduğu ifade edilir. Bir diğer neden ise, Sri Sa Jhar bölgesine yaptığı bir gezi sırasında bir Malay veya Cham Müslüman kızıyla karşılaşmasıyla bağlantılandırılır. Müslüman kıza tutulan kral Müslüman olmakla kalmamış, önemli bir aileye mensup olduğu ifade edilen gelinin babasını Müslümanların toplum liderliğine atar. Bu anlamda Saray ile Müslümankitle arasında bir tür sosyo-siyasi ilişkinin temelleri de atılmış olur. Kralla birlikte sarayın önde gelen tüm yöneticilerinin de -kralın isteği doğrultusunda- Müslüman olduğu da kayıtlar arasında dikkat çeker. Bunda pek yadsınacak bir durum yok. Çünkü tarih boyunca dünyanın değişik bölgelerinde olduğu üzere, Güneydoğu Asya’da da Müslüman olan siyasi liderlerin onlara tabi kitleleri de beraberinde İslamiyete taşıdığı bilinmektedir.

Tarihi Göç Hadisesi
Kamboçya’daki bir diğer önemli etkin Müslüman grubu oluşturan Champalıların varlığı, 1471 yılında Vietlerin Champa Krallığı’nın başkenti Vijaya’yı istilası üzerine gerçekleşen göçle ilişkilendirilmektedir. ”Viet”lerin saldırıları karşısında çareyi ‘hicret’ etmekte bulmuşlar ve bugünkü topraklara yerleşmişlerdir. Göçün akabinde birtakım antropolojik benzerliklerden hareketle Malay toplumuyla ilişkiler geliştiren Champalılar bu süreçte Müslüman oldular. Khmerler bu iki grubun sosyo-dini birlikteliğine atıf anlamında “Cam-Java” terimini kullanırlar. Champalılar, savaşkan karakterleri ile öne çıkmışlar ve saray ve çevresindeki güç mücadelelerinde rol almışlardır. Bu noktada, yukarıda kısaca vurgulandığı üzere Champalıların Kamboçya’nın askeri gücü içindeki yeri işte bu savaşkan karakterleriyle bağlantılıdır.

 ‘Chvea’ Müslümanları ise, daha erken dönemlerde bugünkü Endonezya Takımadaları’ndan özellikle de Sumatra’dan gelip yerleşen Müslüman grupların torunlarıdır. Bu noktada, günümüz Kamboçya toplumunda yaşam süren Müslümanların bir bölümünün Malay diğerlerinin Hint-Çini topluluklarından Champalılar olduğunu ifade etmek daha doğru olacak. Ancak, yerel düzeyde karşımıza çıkan bu etnik ayrıma karşılık, bölgesel ve uluslararası arenada ülkedeki Müslümanlar “Champa Müslümanları” olarak biliniyor. Öte yandan, ülkenin etnik çoğunluğunu teşkil eden Khmerlerin ve bu toplumsal grubun söz konusu toprakların siyasi ve toplumsal dayanak noktasını oluşturmasından hareketle kimi çevrelerin kendilerinin, -yani Champa Müslümanlarının- ‘Khmer Müslümanları’ olarak adlandırılmasını ise tasvip etmiyorlar. Bunda hiç kuşku yok ki, 1970’li yılların ikinci yarısında yaşanan önemli soykırımın büyük bir yeri var.

Khmerler Dönemi ve Soykırım

Bu dönemde, Kamboçya’da yaşanan insanlık dramından Müslümanlarda payını almıştır. Khmer nedir önce bunun cevabını verelim. Khmer, ülkenin çoğunluğu oluşturan etnik grubu. II. Dünya Savaşı sonrasında Çin ve Rusya üzerinden bölgede yaygınlık kazanan komunist hareketlerin bir uzantısı olarak ortaya çıkmış ve ülke siyasetinde rol almıştır. Pol Pot adındaki lideri bu uluslararsı bağlantının ötesinde, ülkenin kuzeyindeki dağlık bölgelerde yaşayan köylü kabilelerinin yaşam koşullarını ütopik sosyalizmin örneği kabul ederek bunu bir devlet nizamı haline getirme düşüncesi ülkeyi kana bulayan sürece girmesine neden oldu. Bir yandan, dini inançlara yönelik baskı öte yanda maddi gelişmenin unsurlarının kabul edilmemesinin birleşiminden doğal katı siyasi rejim askeri güç ile ülkede muhalefeti temsil eden tüm kesimleri içine alan bir yıkıma başladı. Bu bağlamda, Khmerler döneminde ülkedeki diğer azınlık grupları ve muhalifler gibi Müslümanlar da zulme maruz kalan kitlelerden. Özellikle Müslümanların tarihsel olarak yoğun olarak yaşadıkları Kampung Cham bölgesinde gerçekleşen saldırılarda kimi ifadelere göre 500.000 Müslüman hayatını kaybetmiş. Bu süreçte ülkeden kaçabilenler mülteci olarak Tayland, Malezya, Fransa, ABD ve Suudi Arabistan’a sığınmışlardır. Khmer rejiminin sona ermesinin ardından özellikle Tayland ve Malezya’daki grupların geri döndüğü belirtilmektedir.

1970’li yılların bölgesel ve küresel ilişkilerine bakıldığında Kamboçya’da olup bitenden Müslümanların genel itibarıyla haberdar olduğunu düşünmek hayalcilik olur. Sadece Müslüman unsurların değil, bir ölçüde dikkate alınabileceği varsayılarak Birleşmiş Milletler gibi kuruluşların da Kamboçya’da yaşanan ve her kesimi içine alan soykırım karşısında elinin kolunun bağlı kalışı dünyanın son dönemde yaşadığı önemli dramlardan kabul edilmelidir. Tam da bu noktada, bölgenin bir başka ülkesi Myanmar’da aynı yıllarda Arakanlı Müslümanlara yönelik baskı ve zulüm politikalarının neden olduğu dev göç hadiselerinin yaşandığı biliniyor. Bu noktada, aynı siyasi rejim ve aynı sosyo-dini yapıya sahip olduğu ileri sürülebilecek Myanmar ve Kamboçya’nın bilinçli olarak birbirlerine destek verdikleri ve özellikle azınlıklara ve Müslümanlara karşı ortak bir politika geliştirdikleri söylenemese bile, hiç kuşku yok ki, birinde başlayan bu sürecin diğeri üzerinde ‘teşvik edici’ bir mahiyeti olduğuna şüphe yok. Bu çerçevede 1978 yılında Arakanlı Müslümanların göçe zorlandıklarını ve akabinde 1982 yılında çıkartılan bir yasa ile vatandaşlık haklarının elinden alındığını hatırlamakta fayda var.

Hedefin ütopik tarım toplumu yaratmak olduğu hatırlandığında karşımıza çıkan manzarayı tahayyül etmek zor değil. Bu süreçte Champa Müslümanlar evlerinden yurtlarından sürülmüş, aileler birbirlerinden koparıldı ve küçük gruplar halinde farklı yerlere göçe zorlandılar. Zulmün pençesine düşen Müslüman kitleler Müslüman olmayanlarla evlenmeye, domuz yetiştirmeye ve yemeye zorlandılar. Dini yaşamın ve kurumların varlığının ortadan kaldırıldığı bu süreçte canlarını, ailelerini, mallarını ve mülklerini korumak isteyenler derhal infaz edildiler. Bu yıkımdan camiler de payını almış. Kimi ifadelere göre bölgedeki 132 cami yıkılmış… 1960 yılında dönemin kralı Norodom Sihanouk tarafından ülkenin ilk müftüsü olarak atanan Hacı Res Lah da katledilenler arasında.

Champa Müslümanlarının Bugünkü Yerleşim Yerleri

Müslümanların örgütlü bir yapıya sahip oldukları söylenebilir. Bu örgütlü yapının ‘resmi’ ayağını ülke siyasi rejimince de tanınan ‘Müftü’ kurumu geliyor. Ayrıca, ‘Ulusal İslam Hareketi’ bunlardan biri. Müslüman toplum Budist çoğunluk ile içiçe yaşıyor. Örneğin, önemli bir topluluk, başkent Phnom Penh’e sadece birkaç kilometre mesafedeki bölgede yaşam sürüyor. Ancak Kamboçya Müslümanları dendiğinde akla gelen ilk yer Kampung Cham. Literal anlamda ‘Cham Köyü’ dense de önemli bir yerleşim yeri… Malayca bir kelime olan ‘Kampung’un kullanılması elbette tarihte Malay dünyasıyla bir bağlantı olduğunun göstergelerinden. Tahmin edilebileceği üzere, bu bölge özellikle de Svay Khleang ve Koh Phal adlı yerleşim yerleri Khmer komünist rejimine karşı mücadelenin verildiği önemli yerler.

İslami Eğitim
2005 verilerine göre, Kamboçya’da Müslümanların çoğunlukta olduğu yerleşim yeri sayısı 417. Bu Müslüman kitlenin sosyo-dini faaliyetlerini sürdürdüğü 244 cami ve 313 mescid bulunuyor. Ülkede İslami eğitim çalışmalarının başlangıcı 1948 yılında Hacı Sam Sou’un kurduğu pondok’la başlatılıyor. Patani’deki kurumların bir benzeri olarak hayata geçirilen bu kurum bugüne kadar ortaya konan İslami eğitim kurumlarının ilk nüvesini teşkil eder. Eğitim alanındaki yatırımların özellikle, 1993 yılında yapılan genel seçimlerin akabinde giderek ivme kazandığı söylenebilir.

Müslüman aileler çocuklarının ilk eğitimini kendileri veya toplumun yaşlılarının yardımıyla sağlıyorlar. Bu bağlamda, Kur’an-ı Kerim öğretiminin burada farklı bir önemi olduğunu söylemeliyiz. Bu önem, Kutsal metnin yazılı sistemi bulunmadığı ifade edilen Cham diline çevrilememesi. Bu nedenle, bölgede Kur’an öğretimini sağlayacak kurumsal yapılanmalara ihtiyaç olduğu söylenebilir. Öte yandan, ülkenin resmi dile konumundaki Khmer diline Kur’an tercümesi faaliyetinin ‘ağır-aksak’ sürdürüldüğü de beyan edilen hususlardan.

İslami eğitimi devam ettirmek isteyenler ya Başkent’teki veya meşhur Kampung Cham’daki mevcut kurumlara başvuruyorlar. Gençlerin İslami eğitim amacıyla yöneldikleri diğer iki önemli coğrafya Patani’deki geleneksel ve modern okullar ile Malezya’daki benzer okullar. Bunun anlaşılabilir maddi temelleri var kuşkusuz ki. Bunun en temel nedeni, Patani ve Malezya’nın kuzey ve doğu eyaletlerindeki İslami eğitimin köklü bir geçmişinin olmasıdır.

Kamboçya Müslümanlarına maddi ve öğretici kadrosu yardımında bulunan Ortadoğu ülkelerinden bazı kurumların çalışmaları Müslümanlar tarafından takdir edilmekle birlikte uluslararası çevrelerin dikkatini çekiyor. Bunun temel sebeplerinden biri Kamboçyalı öğrencilerin bazılarının öğrenimlerinin bir bölümünü Ortadoğu’da devam etmelerine olanak tanınması olduğu ifade ediliyor.

Din İşleri Bakanlığı’nda Müslüman yetkililerin de görevlendirildikleri ve kendi bölgelerinde siyasi partilerden aday gösterildikleri ve Meclis’te temsil imkânı bulabildikleri biliniyor.

Kamboçyalı Müslümanlar, bölgedeki diğer Budist ağırlıklı toplumlarla karşılaştırıldığında görece ‘tatminkâr’ bir yaşam sürdükleri düşünülebilir. Kendine özgü bir komünist yönetim biçimine sahip olan Kamboçya’da hükümetin Müslümanlara yönelik alışılmışın dışındaki yaklaşımın temelinde Khmer rejimi döneminde yaşananların rolü büyük. Bu süreçte 1993, 1998 ve 2003 yıllarında yapılan seçimlerde din özgürlüğü olgusu üzerinde durulmuş ve Müslümanlara dinlerini yaşama imkânı tanınmıştır. Aynı zamanda, Müslüman kitlenin siyasi olarak kendini ifadesi olarak da anlaşılabilecek şekilde parlamentoya birkaç milletvekili göndermişlerdir. Müslümanların Hun Sen yönetimine yaklaşımları da gene bu minvalde değerlendirmek gerekir. Özellikle 1978’de başgösteren kitlesel katliamlara tanık olanlar, Hun Sen ve Vietnam ordusunun müdahalesi olmaması halinde tüm Müslümanların yok edileceğini ifade ediyorlar. Bu anlamda, toplumun her kesiminin büyük acılar çektiği o dönemde Müslümanların maruz kaldığı zulmün ülke siyasi otoritesine yönelmemesi adına ‘kontrollü’ bir yapılanmaya izin verildiği söylenebilir.

Ancak özellikle 9/11/2001 sürecinde tıpkı bölgedeki diğer Müslüman unsurlar ve kurumlar kadar Kamboçya’daki eğitim kurumları da ‘derin gözaltında’ bulunuyor. Kimi ülkelerin Kamboçya’da dini eğitim kurumlarına yaptıkları yatırımlar ve insan kaynağı desteğinin bu süreçte önemli bir rol oynadığı anlaşılıyor.

Tarihin bir evresinde Vietnam’ın güneyinden Kamboçya topraklarına göç etmiş veya göçe zorlanmış; sömürgecilik döneminde Avrupa unsurlarıyla karşılaşmış; modern dönemde Kamboçya’nın etnik çoğunluğunu oluşturan Khmerlerin komünist rejimi boyunca mağdur düşmüş; akabinde şu veya bu şekilde uygulamaya konulan parlamenter system içerisinde kendini ifade etme şansı bulmuş Kamboçya Müslüman toplumunu anlamaya çalışmakta fayda var. Yukarıda zikredilen süreçler elbette ki bitmiş değil. Bir yanda ASEAN özelinde bölgesel değişimi hızı belirlenemeyecek bir kalkınma ilkesi bağlamında körükleyen  değişim olgusu, öte yandan uluslararası camianın genel itibarıyla İslam’la olan sorununun yerel düzeydeki yansımaları, Müslüman toplulukların eğitim, meslek edinimi, ekonomik yeterlilik, kültürel ve entellektüel kapasite ve eylemleri gibi alanlar ilerleyen dönemde karşımıza çıkacak süreçler olarak duruyor. Bu noktada, başta Champa Müslümanları olmak üzere Kamboçya’daki Müslüman unsurları tek başlarına ele almak yerine, Budist egemen toplumları içerisindeki konumlarına bağlı olarak birlikte değerlendirmek gerekir.


Senin, 22 Juli 2013

Kamboçya’da Seçim Değişim Getirecek mi? / Can Election Lead A Change in Cambodia?

Mehmet Özay                                                                                                             22 Temmuz 2013
Can Election Lead A Change in Cambodia?
Cambodian is trying to grasp the opportunity to satisfy their hungriness for a total civil life. No doubt that the general election on 28th July will be a milestone for the country. Though there is not much prediction about Hun Sen Might, the current PM, to be defeated by the agressive opposition, there will strong probability that more opposition MPs will sit in the parliament. Sam Rainsy, the leader of the opposition bloc, seems not to be allowed to register as a candidate for the election. But, he eagerly and patiently fights to win more voters’ support. On the other hand, Hun Sen has been on the post for the last three decades which is already counted the longest period in the Southeast Asian context. Instead of retiring voluntarily, he expresses his agreviseness to stand on for the leadership for the next three decades. Despite the fact that some developments in terms of the economic aspect, it cannot be argued that the rural population, which is the majority of the country, has been satisfactorily provided the benefits of this development. On the other hand, economy to some or larger extent does not fill in all the life space. People are looking for something very meaningful for their individual and communal lives by participating in the very all processes...

Değişim rüzgârı Kamboçya’ya da ulaştı... Güneydoğu Asya’da monarşi ve parlamenter sistemin birarada yürütüldüğü bir idari yapıya sahip ülkelerinden Kamboçya’da 28 Temmuz’da 123 sandalyeli Ulusal Meclis’i belirleyecek genel seçimlere az bir süre kala muhalefeti oluşturan kitleler bugünlerde liderleri Sam Rainsy’in sürgünden dönüşünü kutluyor. Kamboçya bağlamında bu kutlama sadece bir liderin destekçileriyle buluşması anlamına gelmiyor. Aksine ve belki de daha çok, 28 yıllık iktidarıyla Hun Sen Might’a karşı siyasi bir meydan okumayı da içeriyor.
Seçimlere sekiz partinin katılacağı açıklansa da, asıl yarışın Hun Sen’in 1985’den bu yana, Kamboçya Halk Partisi lideri olarak 28 yıllık iktidarına son vermeyi amaçlayan Ulusal Kurtuluş Partisi arasında geçeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bu seçimi öncekilerden ayıran ne sorusuna verilebilecek en basit cevap, son dönemde küresel plânda yaşanan değişim taleplerinin Kamboçya toplumunda bulduğu yankı şeklinde verilebilir. Seçimlere çok az bir süre kala giderek artan seçim kampanyalarında, özellikle genç kitlenin daha önce tanık olunmayacak cesaret ve katılımla muhalefet kanadında boy gösteriyorlar. Bu olağanüstü gelişmenin, eski adıyla Komunist Partisi yeni adıyla Halk Partisi yönetiminde kimi rahatsızlıklara neden olsa da, seçimde nihai kazananın gene Halk Partisi olacağı konusunda tahminler de yapılmıyor değil. Bir diğer kayda değer gelişme ise önceki seçimlerin aksine -en azından şimdilik- faili meçhul siyasi cinayetler ve şiddetin yer bulmamış olması.
Yaklaşık 15 milyon nüfusa sahip Kamboçya, Mekong Vadisi’nin verimli toprakları üzerinde yükselmesine rağmen, yoksulluğun kol gezdiği bir ülke ve halkın büyük bir bölümü kırsalda yaşıyor. Bununla birlikte son dönemde gerek dış yardımlar gerekse turizm ve uluslararası şirketlerin üretim ağları bağlamındaki yatırımlarla ekonomik anlamda bir iyileşmeden bahsedilse bile, bunun geniş halk kesimlerine yansıdığını söylemek güç. Bunun ötesinde, ‘Hun Sen nesli’ olarak adlandırabileceğimiz bir nesil var ki, işsizlik ve sivil siyasi kanalların çoğulcu anlayışın seslendirilmesine izin vermediği bir sürece tanık ediyor. Bu nesil, aynı zamanda Khmer Rejimi’nin ortadan kaldırdığı ülkenin yetişmiş insan gücünün yeniden ortaya çıkmaya başladığının da bir göstergesi. Ülke kaynaklarının tam tabiriyle ifade edilmesi gerekirse talan edilmesi neticesinde ortaya çıkan ekonomik ve sivil yoksunluk ortamı, mevcut siyasi idarenin değiştirilmesi konusunda başat nedenler olarak dikkat çekiyor.
Kamboçya, Fransa’nın Hint-Çini’nde sömürgeleştirdiği topraklardan olmasıyla ve uzun yıllar süren komünist gerilla savaşının akabinde yönetimi ele geçiren ve ‘sınıfsız bir tarım toplumu’ inşa etmeyi amaçlayan Pol Pot liderliğindeki Khmerler (1975-1979) -aralarında Müslümanlarında bulunduğu- milyonlarca Kamboçyalıyı katletmesiyle dünya gündeminde yer işgal etmişti. Görece küçük toprak parçası ve az nüfusuna rağmen, tarihte bölgenin önemli medeniyet unsurlarından kabul edilen ‘Angkorlar’ dönemini inşa etmesiyle dikkat çekerken, modern dönemde ASEAN üyeliği ile bölgede kendini ifade etme fırsatı buluyor.
Seçimler öncesinde muhalefet kanadındaki gelişmelere değinmeden önce, Hun Sen dönemine kısaca bakmakta fayda var. Kamboçya’da Khmer Rejimi’nin sonlandırılması ve Kamboçya ulusunun bir anlamda ‘yeniden doğuşu’ndaki rolüyle öne çıkan ve 1979 yılında Vietnam’ın ‘iradesiyle’ siyasi otorite makamına getirilen ve yaklaşık otuz yıldır iktidarın tek isim olan Hun Sen Might, bölgedeki diğer ülkelerde tecrübe edildiği üzere, önemli kırılma dönemleri sonunda on yıllarca siyasi iktidarı kimseyle paylaşmayan liderlerle birlikte anılmayı hak ediyor. Khmer Rejimi sonrasında yaşayan siyasi gelişmelere dönemin Kralı Sihaouk da müdahale etmiş ve gerek ülkesinde bulunduğu gerekse ‘sürgünde’ geçirdiği yıllarda muhalefet lideri olarak önemli bir çaba sarf etmişti. Ancak bu süreç Hun Sen’in siyasi yıldızının yükselen yılları olması dolayısıyla tüm muhalefeti dolayısıyla da Kral Sihaouk’u da susturmayı başarmıştı. Bu süreçte yapılan dört seçimden ‘başarıyla’ çıkmayı başaran 61 yaşındaki Hun Sen, siyasi iktidarı hiç de bırakma niyetinde olmadığını açıkça ifade ediyor.
Peki Kamboçya’da muhalefetin ‘adı’ ne? Bugün adı ulusal ve uluslararası medyada çokça zikredilen Sam Rainsy 2000’li yıllarda verdiği mücadeleyle adını duyurmuş ancak hakkında açılan bir davada 12 yıl hapis cezası alması üzerine 2009 yılında ülkeyi terk etmişti. Sam Rainsy ülke muhalefet hareketinin en önemli lideri konumunda. Siyasi yapılanma olarak geçen yıl İnsan Hakları Partisi ve Sam Rainsy’in başındaki oluşumun birleşmesiyle kurulan Ulusal Kurtuluş Partisi ülkede değişimin adresi konumunda. Bir önceki seçimlerde Sam Rainsy’in partisi 26 sandalye, İnsan Hakları Partisi ise 3 sandalye kazanmıştı. Muhalefet içerisindeki bu parçalı yapının parlamentoda 90 sandalye ile önemli bir gücü elinde tutan Hun Sen iktidarını düşürmeye yaramayacağı görüldüğünden halk nezdinde önümüzdeki seçimde güç birliği için kurulan bu birliğin özellikle genç seçmen kitlesinin katkısıyla önemli bir dönüşümü gerçekleştireceğine dair kuvvetli bir inanç söz konusu. Tabii bu halkın kanaati... Muhalefetin elini güçlendiren unsurlar arasında, otuz yıla varan ‘tek adam’ iktidarı, yeniliğe aç bir genç kitle, alternatif politikalarla gündemi oluşturabilen bir muhalefet yapısı kadar  bölgesel ve küresel siyasi gelişmelerin ülkede bulacağı karşılığı saymak mümkün.
Sam Rainsy’in eve dönüş hikâyesi de ülkedeki siyasi değişimler konusunda bir gösterge kabul edilebilir. Kral Sihaouk’un geçen Ekim ayındaki vefatının ardından yaşanan gelişmeler, bu sefer yeni Kral Norodom Sihamoni’nin muhalefet lideri Sam Rainsy’i ‘affetmesi’ siyasi alana müdahalesi olarak yorumlanabilir hiç kuşkusuz ki. Ardından Başbakan Hun Sen’in biraz da ‘manevi baskı’ altında kalarak onayladığı ‘affın’ ardından  muhalefet lideri Sam Rainsy Fransa’daki gönüllü sürgününden ülkesine döndü. ‘Eve dönüş’ öncesinde İç İşleri Bakanlığı yetkililerinin Sam Rainsy’in güvenliğini sağlama konusunda ‘tereddütleri’ olduğunu açıkça kamuoyuyla paylaşmaları ülkede seçim sürecinin ‘kimi zorluklarla’ karşılaşacağını ima ediyordu. Ve bunun ilk somut ifadesi Sam’ın Phnom Penh’e ayak bastığı günün ertesinde muhalefet partisine ait bir ofiste patlama meydana gelmesiydi. Bugün gelinen noktada hatırlatmakta fayda gördüğümüz bir detayı ortaya koyalım. Bu dönüşün mantıksal yansımasının elbette ki Sam Rainsy’in muhalefet lideri olarak seçimlere katılması olacağı beklenebilir. Ancak partilerin aday gösterme sürecinin 12 Haziran’da sona erdiği dikkate alındığında, olağanüstü bir karar çıkmadığı taktirde Sam’ın böyle bir şansı gözükmüyor. Seçim Komisyonu’nun geçen gün yaptığı açıklamada siyasi partilarin aday değiştirme veya aday ekleme gibi bir seçenekleri olmadığına yaptığı vurgu da bununla ilgili olsa gerek... bununla birlikte, Sam Rainsy yaptığı açıklamada seçimlere bir hafta kala ülkeyi baştan başa dolaşarak halkla buluşacağı mesajını veriyordu.
Khmer’ler döneminde ülkenin düzlüğe çıkması için çaba sarf eden, ancak Hun Sen’in iktidara gelmesiyle Kral Sihaouk’un muhalefet gücü siyasi baskıyla giderek zayıflatılırken, tarihin bir cilvesi olarak bugün Sihaouk’un yerine geçen oğlu Norodom Sihamoni muhalefet liderinin affederek bir anlamda monarşi adına tarihi bir öç de almış oluyor. Bu gelişme, aynı zamanda ülkede gücü zayıflatılan monarşinin ‘halkın nabzını’ tutarak yeniden Kamboçya halkı nezdinde manevi boyutun ötesine de taşacak bir önem kazanma sürecine girdiğini gösteriyor. Tabii bu ‘bağışlanma’ sürecinde Barack Obama’nın geçen Kasım ayında ASEAN toplantısı vesilesiyle Phnom Penh ziyareti sırasındaki ‘temaslarının’ da yapıcı bir etkisi olduğuna kuşku yok. Tam da bu noktada, diğer komşu ülkeler gibi Kamboçya’daki gelişmeleri Amerika’nın Güneydoğu-Pasifik bölgelerinde yeniden şekillendirme plânlamalarından bağımsız değerlendirilemeyeceğini ileri sürebiliriz. Bununla birlikte, sömürge döneminden bu yana Fransa’nın bölgeyle dolayısıyla Kamboçya’yla ilişkileri dikkate alındığında, siyasal yaşamın yeniden tanziminde Fransa’nın da kayda değer bir rolü olacağı kesin.
Kamboçya halkı değişim istiyor... Bu değişim talebi küçük köylerden şehirlere kadar halkın ortak arzusu anlamına geliyor. Ulusal Kurtuluş Partisi sözcüsü yaptığı bir açıklamada, toplumun değişik kesimlerinden yüzbinlerce kişinin kampanyaya katıldığını ve ülkede büyük bir değişim istediğini söylüyor. Kitlelerin bugüne kadar böylesine büyük bir imkânı yakalayamadıklarına değinerek Hun Sen iktidarını devirmeyi amaçlayan Kamboçya Baharı’na atıfta bulunuyor. Muhalefeti umutsuzluğa sürükleyen tek olgu, seçimlere hile karıştırılması ihtimali. Bu noktada, muhalefet uluslararası camiadan seçimleri izlemesi ve bu anlamda bir ‘yaptırımda’ bulunması talebini  açıkça dile getiriyor.
Halkın bu değişim talebine iktidar odaklarının karşılığı ile ‘yadsıma’ ve ‘karartma’ diyebileceğimiz süreçlerin devreye sokulmasına neden oluyor. Örneğin, bazı kırsal bölgelerde halkın tarım yaptıkları arazilerinin ellerinden alınarak toprak mülkiyetinin ihlâli anlamına geldiği gibi buna maruz kalan köylülerin ‘muhalefeti destekledikleri’ gerekçesiyle resmi makamlarca cezalandırıldıkları şeklinde yorumlanıyor.
Peki bu süreçte ülkede azınlık konumundaki Müslümanların durumu ne? Mayıs ayında gerçekleştirilen Kur’an okuma yarışmasına katılan Hun Sen, Müslümanları öven bir konuşma yapmış ve bu konuşmada -Pol Pot’un Khmer rejimi döneminin aksine- Müslüman azınlığın dinlerinin gereklerini rahat bir şekilde yerine getirdiklerini belirtmişti. Gözlemcilerin Hun Sen’in benzer konuşmaları örneğin Budist törenlerinde de yaptığına dikkat çekerek bunun bir seçim propagandası olduğunu şeklinde yorumluyorlar.
Ülkenin dört bir yanında seçim kampanyalarına çoktan başlamış olan muhalefet, sahadaki tecrübelerine dayanarak seçim sonuçlarından umutlu olsa  da, Hun Sen döneminin sona ereceğini öngörmek büyük bir iyimserlik olur. Bununla birlikte, Hun Sen yeniden seçildiğinde bile, seçimin kayda değer sonucu muhalefetin kazanacağı fazladan sandalye sayısıyla ülke gündeminde belirleyici bir rol alması olacak. Bu durumda, uluslararası çevreler Hun Sen yönetimine baskı yaparak Çin benzeri bir siyasi yapılanmaya daha fazla izin vermeyeceklerini bekleniyor.
Halkın değişik kesimlerini saran değişim tutkusu, muhalefet liderlerinin karizmatik kişilikleri ve siyasi olgunlukları gibi faktörlere karşın, muhalefetin karşı koyması gereken son derece katı bir yapı var ki, üstesinden gelinmesi gereken en zor kısmı bu galiba. Bölge yakın siyasi tarihinin ortaya koyduğu üzere, uzun erimli siyasi iktidarların kaçınılmaz olarak içine bulaştığı yolsuzluk, kronizm, değişik oranlarda ve de ilgili ülkenin ‘toplumsal doğasına uygun olarak’ medya/polis/ordu güçlerinin baskı ve sindirme politikalarına aracı kılınması, aynı zamanda bu siyasi yapıların güç merkezlerini oluşturuyor. Herhalde Hun Sen geçenlerde yaptığı bir açıklamada ‘doksan yaşına kadar iktidarda kalmayı arzu ettiğini’ söylemesinin ardından böylesi bir yapılanmanın olduğunu düşünmek zor olmasa gerek. Dolayısıyla adına ‘demokratik’ denilen seçim süreçlerinin merkez iktidar gücünü -velev ki parlamentodaki sandalye sayısında düşüş yaşansa da- kümülatif bir değişimi getirmediği de bilinen bir gerçek. Tabii bu adına demokrasi denilen siyasi hayatın tecrübe etmesi gereken süreçler arasında saymak gerekiyor. Bir hafta sonra Kamboçya’da yaşanacak seçimleri de bu minvalde ele almakta fayda var.


Rabu, 24 Oktober 2012

Kamboçya’da Kök Kaybı: Kralın Ölümü


Mehmet Özay                                                                                                                    19 Ekim 2012

Kadim Khmer Krallığı’nın bugünkü temsilcisi konumundaki Kamboçya Kralı bir süredir tedavi gördüğü Beijing’de 15 Ekim günü hayata gözlerini kapadı. 89 yaşındaki Kral Norodom Sihanouk, karmaşık etnik unsurları ve siyasi ilişkilerinin sürgit devam ettiği Mekong Vadisi’nde sadece kral olarak değil, başbakan, devlet başkanı ve sürgündeki ulusal lider gibi vasıflarla bir siyaset adamı olarak da iz bıraktı Kamboçya tarihinde. Kadim dönemlerin krallarını aratmayacak sıfatlarla donanmış bir lider olan Sihanouk, ülkesinin ona ihtiyaç duyduğu dönemde ya kral ya da modern siyasetin kuralları içerisinde devleti bir başbakan ve devlet başkanı olarak yönetmeye soyunmuş bir liderdi. Bu nitelikleri dikkate alındığında, Sihanouk’un geleneksel yönetim yapısı ile zorlayıcı modernleşme süreçlerinin geçişkenliğinde şahsında vazgeçilmez ikilemi barındırmış olduğu dikkat çeker.

Sihanouk, 20. yüzyıla damgasını vuran, halkları arasındaki kabul edilebilirlikleri kadar, uluslararası arenada da güçlü karakteristiklere sahip liderler olarak tanınan Nehru, Tito, Abdülnasır ve Sukarno gibi liderlerle birlikte anılıyordu. Bu benzetmeyi haklı kılacak önemli girişimlerden biri, II. Dünya Savaşı sonrasında ne doğu ne batı diyen, bu anlamda ‘bağımsız ülkeler topluluğunu’ gündeme taşıyacak süreçteki rolü unutulmaz. Bu bağlamda, Kral Sihanouk’un 1955 Bandung Konferası’na ciddi katkıda bulunduğu hatırlanabilir. Bu ‘bağlantısızlık’ olgusunun tekil ülke siyasetlerindeki karşılığı ise milliyetçilikle örülü sosyalizmdir. O dönemin, Güneydoğu Asya’sında yaygın olduğu üzere, milliyetçilikle/sosyalizmin örtüşmesinden neşet eden bir tür yeni siyasi akıma Kral Sihanouk’un da kurduğu ‘Sosyalist Halk Birliği’ partisi ile eşlik ettiği görülür. Bu gelişmenin bölge ülkelerinin sömürgeci güçlerle karşılaşması kadar, işgalci/kurtarıcı Japon faşizminden esinlenmediği söylenemez. Kaldı ki, buna ilâve olarak, içinde Kamboçya’nın da yer aldığı mevcut rejimler bir yandan sosyalizmi kucaklarken, geniş kitlelerin dini/manevi yapılanmasında önemli yeri olan Budizmden taviz verilmediği de görülür. Budizm salt halkın dini olmakla kalmaz, belki bundan daha ötesi mevcut siyasi erkin meşrulaştırılmasında oldukça işe yarar bir ‘alet’ mesabesindedir (Church 2006: 22). Aslında ortaya çıkan bu yeni siyasi bileşim, kimyasını Batılı güçlerin nüfuzu kadar, ilgili toplumların geçmişleri ile irtibatlarını sürdürme arasındaki çatışmaların eseri olduğuna kuşku yok. Bir yanda, eli sopalı sömürgecinin zorbalığını karşısında zoraki kabullenme, öte yandan, kadim köklere bağlılık arzusu ortaya pek de benzeri olmayan bir siyaset ve toplum yapısı çıkarıyordu.

Kamboçya Kralı’nın ölümü, Güneydoğu Asya’da sömürge ve İkinci Dünya Savaşı sorasında ortaya çıkan ve geleneksel siyasetin mitsel unsurlarla donanmış halinin yakînen tecrübe edildiği bölgedeki ‘Tanrı-Kral’ lâkaplı liderlerinin sonuncusu olması bağlamında önemli. Başbakan Hun Sen’in siyasi manipülasyonları sonucu Kralın gücünü yitirmesiyle son yıllarını Çin’de sürgünde geçirmesi, aslında maddi ölümünden önce monarşi makamının çoktan hayattan çekildiğinin sembolik bir göstergesiydi. Karizmatik kişiliğine rağmen, temsilcisi olduğu monarşik yapının modern siyaset mekanizması karşısında varlığını sürdürememesi, bu geleneksel güç yapısının artık siyasette bir karşılığının olmadığı anlamına geliyordu. Bununla birlikte, özellikle 20. yüzyıl ikinci yarısındaki gelişmelere tanıklık etmiş Kamboçyalılar, Güneydoğu Asya’nın halen monarşi/demokrasi arasında geçiş dönemini tecrübe etmekte olan ülkelerinde geleneksel otoriteyi temsil eden krallarının ardından ağıt yakıyorlar. Savaş sonrasının ‘bağlantısız’ kalma yanlısı yaklaşım ile, milliyetçi/sosyalist bileşim arasında kadim kültürünün çok uzağında kalan Kamboçya halkı, bu süreçin yaşanmasında rolü olsa da, kökleri ve aidiyetleriyle irtibatı anlamında krallarına son yolculuğunda yalnız bırakmıyorlar.  

Kamboçya adını 1970’lerde gündeme gelen ‘Khmer Cumhuriyeti’ devriminin sonucu olarak yaşanan iç savaş nedeniyle duyurmuştu. Dünya ise, ülkenin yedide birinin -ki bu yaklaşık 1.7 ilâ 2 milyon kişidir – Soğuk Savaş döneminin yol açtığı kitlesel kıyımlara kurban gittiği on yıl boyunca gelişmelere kayıtsız kalmıştı. Aslında Khmer rejiminin doğuşunda Amerika’nın Vietnam’da yürüttüğü savaşın etkisinden bağımsız görmek mümkün değil. Komünist Khmer rejiminin sürgün etmesine rağmen Kral, Çin’de yaşadığı dönemde, uygulanan kıyımlara verdiği destekle biliniyor. Mekong Vadisi’nin bu bölümünü kana bulayan bu sürecin sona ermesi Amerikan’ın Kamboçya’yı bombalamasının etkisi gözardı edilemez.

Kralın ölümünün ardından, varisinin ‘tahtta’ gözü olmaması dikkate alındığında, Angkor medeniyetinin ürettiği monarşinin sona erdiği anlamına gelip gelmeyeceği önümüzdeki dönemde tartışma konusu olacağa benziyor.