Tampilkan postingan dengan label SİNGAPUR. Tampilkan semua postingan
Tampilkan postingan dengan label SİNGAPUR. Tampilkan semua postingan

Kamis, 04 Agustus 2016

ABD – Singapur İlişkilerinde Yeni Dönem / A New Era In The Relations Between The US and Singapore


Mehmet Özay                                                                                                                        04.08.2016

Singapur Başbakanı Lee Hsien Lhoong’un hafta başından bu yana ABD’ye yaptığı resmi ziyaret iki ülke arasındaki ilişkilerin ellinci yılının kutlanması şeklinde geçti. Gerek üst düzey gerekse delegasyonlar arasındaki görüşmelerde, geçen yarım yüzyıllık ilişkilerin başarıları yad edilmekle kalmadı, gelecek belki de bir yüzyıllık süreçte iki ülke ilişkilerinin yeniden yapılandırılması anlamı taşıyor. Burada bir yüzyıllık gelecek derken dayanak noktası elbette ki, ABD yönetimince ilan edilen 21. Yüzyıl Asya Çağı projeksiyonu. ABD’nin bu yüzyıl için seçtiği bu hedef Asya-Pasifik bölgesinde yeni bir yapılaşmaya gönderme yaparken, maddi anlamda küçük bir ada olmakla birlikte, son derece stratejik mevkilerden biri ve küresel ekonomi kuşağının önemli atardamarlarından biri olan Singapur, ABD için vazgeçilmez bir ‘ortak’olma özelliğini sürdürecek. 

Dünden Bugüne Singapur – Batı İlişkisi
Asya kara parçasının Güneydoğu ucundaki en son noktası olan 719km karelik Singapur’un ultra gelişmiş bir ada parçası olmasıyla, süper güç ABD arasındaki ilişkinin bir anlamda ‘maddi’ tezatı dikkat çeker. Bununla birlikte, Singapur’un modern dönemde ortaya çıkmasındaki İngiliz faktörü dikkate alındığında ABD’nin 20. yüzyıl ikinci yarısında işbirliği kurmaya başlamasının tarihi bir devamlılık arz eder. Soğuk Savaş yıllarının ortasında ‘doğmuş’ olması kadar Singapur’u ABD için önemi dün olduğu gibi bugün de devam ediyor. Bu anlamda, Singapur’un ABD ile ilişkilerinin 1965 yılından başlatılsa da, Ada’nın batıyla olan ilişkilerini İngilizlerin adayı bir ‘ticaret üssü’ olarak yeniden yapılandırmaya başladıkları 1819 yılından başlatmak gerekir. ABD’nin Ada’yla yarım yüzyıllık ilişkisinde bu ‘ticaret üslüğü’ işlevi kadar, Güney Çin Denizi-Malaka Boğazı-Hint Okyanusu güzergâhındaki jeo-stratejik konumu ile su yollarının güvenliğiyle de öne çıkıyor.  

Bölgenin Yalnız Adası
Singapur bugün, sadece bölgesel yani ASEAN – Çin ilişkileri bağlamında değil, küresel ölçekte, yani ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinin serbest ticaret, askeri yapılanma alanlarında da vazgeçilmez bir öneme sahip. Adanın sembolü ‘aslan’ -ki Malayca Singa’dır-, adaya hakim bir aslanın tek başına var olma mücadelesine gönderme yapar. Bir yanında Endonezya Takımadaları, birkaç yüz metrelik Cohor Nehri’nin öte yanında Malay Yarımadası’yla çevrili Singapur, her ne kadar aralarında güçlü bir birliktelikten söz edilemese de, Malay dünyasının bu iki ülkesiyle çevrilidir. Bu çevrili olmanın ifade ettiği anlam ise, Singapur’un ‘hangi millet’ olduğuyla bağlantılıdır. Çünkü ‘Singapur’ adının, ‘Singapurlular’ denilen bir etnik veya sosyal yapıya tekabül etmediği görülür. Zaten 1965 yılında kuruluşundan bu yana, başta kurucu baba Lee Kuan Yew olmak üzere, Singapur hükümetlerinin ‘Singapurluluk’ aidiyeti oluşturma gayreti de böylesi kendine özgü/has bir kimlik sahibi olmamasından ötürüdür. Bununla birlikte, Singapur’un her iki komşusu Malezya ve Endonezya ile herhangi bir sıcak çatışma yaşanmadığı ve bunun pek de rasyonel bir gelişme olmayacağı malum. Ancak ‘Malay dünyası’ ile Singapur arasında zaman zaman yaşanan gerilim, temelde Çin nüfusu ağırlıklı Ada’nın ‘kalkınmışlığının’ Malaylar üzerinde oluşturduğu, en hafif ifadesiyle bir tür ‘çekememezlik’ tavrından kaynaklanır. Bu çekememezliğin hem Malezya hem Endonezya’da genel anlamda ‘Malay’ kitleler ile ‘Çin’ kökenli azınlık arasındaki ilişkilerde aldığı yapı buna örnektir.  

İlk Elli Yılın Belirleyicisi
Ziyaret boyunca Başbakan Lee’nin yüzünden gülücükler eksik olmuyordu. Zaten “50 yıllık işbirliğimiz gelecekteki işbirliğimizin teminatıdır” anlamına gelecek açıklamasıyla ABD ile olan sıkı bağa dikkat çekiyordu. Başbakan Lee, ABD’nin varlığını daima öncellemiş ve önemsemiş olan babası Lee Kuan Yew gibi ABD’nin bölgedeki varlığını ‘kaçınılmaz’ olarak değerlendirmesi, ikinci ellinci yıla adım atılan bu günlerde iki ülke ilişkilerinin de bir anlamda ‘mecburiyetine’ vurgu yapıyordu. Ada nüfusunun kahir ekseriyeti gibi, Başbakan Lee’nin de Çin asıllı olmasından hareketle ABD ile kıyasla Çin’e daha yakın duracağını düşünülürse hata yapılmış olur. Ada’yı kuran baba Lee Kuan Yew’un kırk yıl boyunca ülke politikası ve uluslararası ilişkileri biçimlendirmesi sürekli ABD eksenli oldu. Bu eksen, temelde Thomas Stamford Raffles’ın 1819’da attığı tohumun gelişip büyümesi ile bağlantılı olduğu kadar, İngiliz eğitimli ve ‘zehir’ gibi bir siyasi akla sahip Lee Kuan Yew’un Çin’le karşılaştırmada ABD ideolojisini sürekli öncelemesiyle belirginlik kazandı. Öyle ki, Çin’in liberal ekonomi virajını dönmesinde, müteşebbislik/yenilikçilik gibi günümüzde artık moda olmuş liberal ekonomi kavramlarını Çin’e öğreten bizzat Lee Kuan Yew’un rolü küçümsenemez.

Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması
Başbakan Lee’nin Washington ziyaretinde iki ülke arasında ‘ortak değerler, hedefler ve çıkarlar’a yaptığı vurgu temelde ekonomi ağırlıklı bir içeriğe sahip. Bu anlamda liberal-demokrat yapılaşmadan ziyade liberal ekonominin ‘değerleridir’ Singapur için cazip olan. ABD’nin ‘demokratikleşme’ söylemi karşısında, baba Lee Kuan Yew’ın yirminci yüzyılın son çeyreğinde ‘Asyalılık Değerleri’ kavramını gündeme getirerek ‘Biz Asyalıyız. Kendi değerlerimiz var’ şeklindeki yaklaşımı bunun en iyi kanıtıdır.
Bu bağlamda, Başbakan Lee’nin görüşmelerdeki öncelikli alanı hiç kuşku yok ki ekonomiydi. Ve bu çerçevede, ABD’nin yaklaşık altı yıl önce gündeme getirdiği Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’nın (TPPA) bir an önce hayata geçirilmesi konusunda ‘destekleyici’ tavır ortaya koydu. Temelde süreç ABD tarafından başlatılmış olsa da, ABD senatosunca halen onaylanmayı bekleyen TPPA, Singapur için bulunmaz bir nimet ve fırsat. Bu nedenle kimi ülkeler bu anlaşmaya imza atmak için ‘ikna’ edilme süreçlerine tabi olurken, Singapur yönetimi ‘serbest ticaretin’ bölgesel ve de küresel olarak geldiği nihai noktayı gösteren bu anlaşmaya başından bu yana evet dediği biliniyor. Başbakan Lee, bu anlaşmadan en çok karlı çıkacak tarafın ‘Ada’ olduğunu kestirdiğinden, “TPPA’nın hayata geçirilememesi büyük bir kayıp olacaktır” açıklamasını rahatlıkla yapıyordu.

Asya-Pasifik Güvenlik Şeridi
Singapur için ekonomi kadar ,‘güvenlik’ de Ada’nın varlığı için olmazsa olmaz koşullardan biri. Tıpkı Raffles’ın iki yüz yıl önce adayı ‘ticaret üssü’ kılma çabası sırasında, gerektiğinde kullanılmak üzere ‘topu/tüfeği’ni eksik etmemesi gibi, bugün de Singapur toprak parçası olarak korunacak pek büyükçe bir yeri olmasa da, korunacak ‘değerleri’ anlamında güvenliği son derece önemsiyor. Ada’nın güvenliği kendi başına bir anlam ifade etmesi kadar, ABD için Ada çok daha farklı bir boyutta ele alınıyor. Bu bağlamda, yukarıda ifade edildiği üzere bugün neredeyse her gün haberlere konu olan Güney Çin Denizi -ki buna Doğu Çin Denizi’ni de eklemek gerekir-, Malaka Boğazı ve Hint Okyanusu’yla kopmaz bağı nedeniyle hayati bir önem arz ediyor. Bu hattın güvenliği ABD kadar, ABD’nin bölgedeki Japonya, Güney Kore, Filipinler görece uzakta da olsa Avustralya-Yeni Zelanda güvenliğiyle bağlantılı. Bu su güzergâhının küresel eksen içinde önemi, ABD’nin ‘Asya Yüzyılı’ kavramıyla giderek artış gösteriyor. İşte bu ‘fotoğrafta’ yeri ve konumu itibarıyla Singapur vazgeçilmez bir önem taşıyor. Bu nedenledir ki, Singapur bölgede Batı’nın ürettiği en gelişmiş silahlara sahip bir ‘ülke’ konumunda. Bunu da ulusal gelirin yüzde yirmisini savunma harcamalarına ayırarak gösteriyor. Öte yandan, Washington’daki görüşmeler sırasında Başkan Obama’nın Singapur’u “ABD’nin ‘çapa attığı’ bir yer olarak tanımlaması dikkat çekiciydi. İkinci elli yıl veya ABD’nin kurguladığı ‘Asya Yüzyılı’ bağlamında gelecek yüzyıl, ABD-Singapur ilişkilerinin güçlenerek devam edeceğine kuşku yok.
http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/abd-singapur-iliskilerinde-yeni-donem/621577

Selasa, 06 Oktober 2015

Çin-Singapur İlişkilerinde 25. Yıl /25th Anniversary of Relations Between China - Singapore

Mehmet Özay                                                                                                            5 Eylül 2015
Çin ve Singapur devletleri arasında resmi ilişkilerin yirmi beşinci yılı. Kutlamalar, eğlence tarzından ziyade toplantılar ve çeşitli ziyaretler bağlamında gerçekleştiriliyor. Bu ziyaretlerin ilkinde, Singapur Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tony Tan, Temmuz ayı başlarında Çin’i ziyaret ederek Xi Jinping’le görüşmüştü. Akabinde iki taraf yetkililerinin ülke ziyaretleri karşılıklı şekilde devam ediyor.
İlk etapta Çin gibi 'dev’ bir ülke, diğer yanda Singapur gibi, sadece yedi yüz on dört kilometre kare genişliğinde bir ada şehri özelliğine ‘takınıldığında’, “Çin’in Singapur’la ‘ne işi olur?” türünden sorular gündeme getirilebilir. Bunun biraz ötesine geçip, Çin’in siyasal sistemi anlamında komünizmine karşılık, ekonomide liberal açılımlarıyla gündeme geldiği hatırlandığında, Singapur’un bu dev ülke için kayda değer bir partner olmaması için bir neden gözükmüyor. Bununla birlikte, hiç kuşku yok ki, iki ülkeyi birleştiren en önemli hususiyet, halklarının özelliklerinin başında “Hakka, Teochew, Han, Hokkien” gibi etnik Çinlilerin çoğunluğu oluşturması geliyor. Singapur özelinde düşünecek olursak, 1990’lardan itibaren Çin’le etkileşiminin dayanak noktalarından biri, belki de ilkini bu demografik özellik oluşturuyordu.
Öte yandan, bu hususiyetin, Çin’deki siyasi yapılaşmanın Singapur üzerine etkisinin ortaya çıkmasında da başat bir rolü olduğu görülür. Tabii tarihi derinliğine girmeden, 1940’lardan 70’li yıllara kadar Ada’da şu veya bu şekilde varlığını sürdüren komünist hareketin kendine rol aldığı, kısmen lojistik ve kültürel destek bulduğu ülke Çin’di. Buna rağmen, Singapur’un kurucu babası ve uzun yıllar başbakanlığı ve ‘danışmanlığı’nı yapmış olan Lee Kuan Yew’ın tespitine göre, bu ilişki temel itibarıyla romantik bir etkileşimin ötesine geçebilmiş değildi. Bundan çok daha önemlisi, belki de Konfüçyuscu eğitimin sosyal ve hatta siyasal sistemi şekillendiren etik yapılaştırmasıdır. Singapur, tüm ultra modern gelişmişliğine rağmen, ebeveyn-çocuk(lar), devlet-halk etkileşimi gibi alanlarda desteği bu eğitim felsefesinden tedarik ediyor. Ve bunun da, hayatının sonuna kadar LKY’un söylemlerinin ve de pratiğinin başat noktası oluşturduğu gözlemleniyor.
Tam da bu noktada, Singapur’un ekonomide ilerlemeci politikalarının ve de buna dayanak oluşturan istikrarlı ve sürdürülebilir bir yönetim çerçevesi oluşturmasında, ana kıtadaki yani, Çin’de ortaya çıkan “Mandarin sistemi” adı verilen ve devlet içerisinde üst düzey rekabete olanak tanıyan yapı olduğuna kuşku yok. Bu bağlamda, benzer yapılaşmanın izlerini Çin yönetiminde de takip edebiliriz. Tek parti iktidarının yol açtığı yanlışlar örneğin, sürekli gündeme taşınan yolsuzluklar bağlamında görmek mümkün. Bununla birlikte, şu anki devlet başkanı Xi Jinping’in eğitimi, siyasi kariyeri, kişiliği ve de başkanlığı sürecinde bugüne kadar parti içerisinde ‘yolsuzluklar‘ konusundaki yaklaşımları ile Mandarin sisteminin belki de en iyi temsilcisi olarak kabul edilebilir.
İki ülke ilişkilerinin salt Singapur-Çin bağlamında gelişmediğini, aksine çeyrek yüzyılda ortaya konan ilişkilerin bölgesel yani, ASEAN ve de küresel yani, Çin-ABD ilişkilerine de yansıyacak yönelimleri olduğunu gözlemleniyor. Son dönemde gerçekleştirilen ilişkiler silsilesinin, tarihsel olarak Singapur ve Çin toplumlarının kültürel benzerliğine rağmen, ideolojik ayrışmanın doğurduğu kopmanın tamiri yönünde bir evre gündeme geldi. Bu çerçevede, iki ülke jeo-politikleri kendi sınırlarının ötesine taşarak anlamlı bir ilişki bütününe doğru yol aldı ve almaya devam ediyor. Singapur’un küresel bir güç unsuru olabileceğini ileri sürmemekle birlikte, ülkenin kurucu babası sıfatını taşıyan LKY’ın siyasi hayatı boyunca sergilediği duruş ve ilişkileri küresel bağlamında okuma yaklaşımı, Singapur’u dikkate alınır bir ülke konumuna getirdiğini ileri sürebiliriz. Bunun en açık göstergelerinden biri, Çin üst düzey yetkililerinin Singapur kalkınmacılığının ardından yatan ‘iş ahlâkı’ ve ‘teknolojik yatırımlar’ kadar, LKY’nın ABD ile ilişkilerin nasıl onarılabileceği ve geliştirilebileceği konusundaki düşüncelerine dikkat kesilmelerinde de ortaya çıkar.
Bu çerçevede, Çin’in gerek ekonomik yatırımlar ve kalkınma hamleleri, gerekse küresel boyutta açılım sergilemesinde Singapur’un kayda değer bir yeri ve önemi olduğuna kuşku yok. Bu önem, LKY’ın Doğu-Batı küresel ilişkilerinde geliştirdiği ‘Dış Politika’ evrelerinin bir sonucu. Öyle ki, Lee, bir siyasi beyin olarak salt bir politikacı bağlamıyla meselelere bakmayan, aksine belki daha doğru bir ifadeyle entellektüel çaba içerisinde, meseleleri geniş perspektiften ve yüzyıllar bağlamında, kültürel birikimleri ve etkileşimleriyle ele alma gayretinde olan bir kişiydi. Çin’i kimileri korku ile karışık gözünde büyütürken LKY, Çin’in eksikliklerini, yanlışlıklarını cesaretle gündeme taşıyan kişiydi. Daha iki ülke ilişkilerin resmi olarak başlamasından çok önce, yani 1976 yılından itibaren neredeyse her yıl Çin’i ziyaret eden LKY -ki bu ziyaretlerin toplamı 30’u bulur-, bu ziyaretleri sırasında değişik düzeylerdeki Çinli yetkililerle görüşmesinin neticesinde Çin’in siyasi ve de özellikle kalkınmacı hamlelerindeki rolü incelenmeye değer. Örneğin, Mao Zedong’la görüşen ve onu Çin’in son iki yüz yılda yetiştirdiği en büyük siyasetçi ve de devrimci olarak tanımlayan LKY, aynı zamanda Mao’nun “Kültür Devrimi”yle nasıl Çin toplumunun önünü kestiğini de açık yüreklilikle dile getirebiliyordu.
Tabii LKY bu ziyaretlerinin karşılığında, Çin’in önde gelen siyasetçilerinin ve bürokratlarının Singapur modelini alabildiğine inceleme, tanıma, anlama fırsatı bulabilecekleri ziyaretleri de peşi sıra gerçekleşti. Hem de Mao’nun ardından pek fazla süre geçmeden... Bu çerçevede Çin’in gözünü açmasına vesile olan, devlet başkanı Deng Xiaoping’in 1978’de yaptığı ziyarettir. “Deng’in bu ziyaretinden arta kalan ve hatta bugüne kadar taşınan nedir?” sorusuna Deng’in Singapur’un gelişmişliğine karşı sarf ettiği iltifatlarla sınırlı değil. Bu iltifatlar karşısında, LKY’un verdiği şu cevap belki çok daha anlamlıdır: “Biz Güney Çin’in topraksız köylülerinin çocukları olarak Singapur’u bu hale getirdik. Siz daha iyisini yapabilirsiniz.” Çin devletinini bu cevaba verdiği pratik karşılık 15 yıl sonra 1992 yılında geldi. Deng, manidardır başkanlığının son yılında, Güneybatı sahil şeridindeki Guangdong Eyaleti’ni, “Dünyadan, özellikle de Singapur’dan öğrenin kalkınmayı. Biz onlardan daha iyisini yapabiliriz.” der. Ve bugün Guangdong, Hong Kong Adası’nı çevreleyen kalkınmış Çin’in en önemli eyaletlerinden birini oluşturuyor.
Bu sürecin somut olarak hayata geçirilmesinde de Singapur’un rolü var. LKY’un ‘Tiannanmen’ sonrası yani, 1990’lardaki zor dönemlerinde dünyaya açılmayla yüzleşmek zorunda kalan Çin’e yaptığı ziyaretler, iki ülke arasında bugüne taşınacak ‘dostluğun’ örneğini ortaya koyuyordu. Singapur’un insan ve bilgi kaynaklarını Çin’e aktarmasının örneğini oluşturan “Suzhou Endüstri Parkı” bu ziyaretin bir ürünüdür. Bu projede yer almış olan teknokratlar, o günden bugüne Çin-Singapur ilişkilerinin şekillenmesinde bu projenin önemine dikkat çekiyor.
Tabii, Çin’in 1949 Kültür Devrimi sonrasında dışa açılımının ilk örneğini, 1955 yılında Bandung Konferansı’na davet edilerek uluslararası görünürlük kazanması oluşturduğunu unutmuyoruz. Ardından, Soğuk Savaş yıllarında, Doğu ve Güneydoğu Asya güvenlik kuşağının oluşturulmasının bir parçası olarak ASEAN kurulurken, aynı zamanda Çin de, bu birlik sayesinde bölgesel bir açılıma konu oluyordu. ASEAN-Çin ilişkilerinde bugüne kadar ortaya konduğu üzere, yatırımlar ve ticarete konu olan ekonomik ilişkiler bağlamında Çin’in gelişimini  şekillendirebilme, onun gelişimine ortak olabilme gibi ekonomi alanında bir simbiosis’den bahsedebiliriz.
Singapur nüfusunun %76’sını Çin etnik çoğunluğunun teşkil etmesi, salt ticari ilişkileri kolaylaştırma, işbirliklerini geliştirme şeklinde ortaya çıkmakla kalmıyor. Singapur siyasi elitinin, akademyasının, entellektüel çevrelerinin ortaya koydukları çabaların, Çin ‘kültür ve medeniyetinin’ şu veya bu şekilde uzantıları olması hasebiyle Çin’le doğrudan temas kurabilecek bir sosyo-pisikolojik rahatlık ve kolaylığa da sahip. Örneğin, bu noktada, Malezya mı yoksa Singapur mu Çin’in ASEAN ile ilişkilerinde politika geliştirme evrelerinde daha etkin ve verimli sonuçlar alır sorumuza herhalde Malezya cevabını vermemiz mümkün değil. Aynı yaklaşımı, iş çevreleri özelinde de gündeme getirebiliriz. Bugün Çin’in sadece eğitim, alt yapı, teknoloji ve araştırma-geliştirme alanlarında değil, bunları sağlıklı bir üniteye dönüştürecek sürdürülebilirlik ve yönetebilirlik olguları bağlamında da Singapur’la işbirliğini öncellediği görülür. Dolayısıyla Singapur’un bu özellikleriyle Çin’e bir tür rehberlik edebileceği aşikâr. Zaten geçen yirmi yıl zarfında ve bugün gelişmekte olan ilişkilere bakıldığında da bu yönde bir gerçeklik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla Çin’in Güneydoğu Asya toprakları ve bu topraklar üzerinde hakim ulusaşırı şirketlerle işbirliklerinin yolu hiç kuşku yok ki, Singapur ‘köprüsünden’ geçiyor.
Tabii ASEAN bağlamında, Çin’i anlayabilecek ülkelerin başında ve belki de birincisi Singapur’dur. Bu noktada, Singapur’ Çin’in bölgedeki ‘dengesi’ konumundadır. Singapur bir yandan ABD ile sadece ekonomik değil, kültürel, bilimsel ve askeri işbirliklerine de açıkken, benzer bir yapıyı Çin’le kurmaması için önünde bir engel görmüyor. Ancak bunu yaparken de, yukarıda ifade ettiğimiz üzere, Çin’in siyasal sisteminin sınırlılıklarının tereddütlerini de açıkça gündeme taşıyor. İki ülke ilişkilerinin yapılaştırılmasında büyük katkısı olduğuna kuşku olmayan Lee Kuan Yew artık yok. Onun yerine Başbakan koltuğunda oğlu Lee Hsien Loong var. Loong’un, Çin’le ilişkiler bağlamında babasının izinden gidip gitmeyeceği veya değişen koşullar çerçevesinde yeni açılımlarla gündeme gelip gelmeyeceeğini ve böylece kendine özgü bir yer edinip edinmeyeceğini zaman gösterecek. 

Senin, 14 September 2015

Singapur’da PAP Yoluna Devam Ediyor / Singaporeans Say ‘PAP’ Again

Mehmet Özay                                                                                                         14 Eylül 2015
Singapur’da Genel Seçimler geçen Cuma günü yapıldı. 2.460.977 kayıtlı seçmen, 29 seçim bölgesinden 89 milletvekilini seçtiği seçimlerde ‘anormal’ bir durum yaşanmadı. 56 yıldır Singapur’u yöneten Halkın Eylem Partisi (PAP), genel oyların %70’ini aldı ve 89 milletvekilliğinden 83’ünü kazanarak yoluna devam ediyor. Muhalefet ise, 2011 yılındaki genel seçimlerdeki ülke siyasal yaşamına yeni bir soluk getireceği olasılığını ortaya koyan çıkışını ise sürdüremedi. Bunun göstergesi, muhalefetin parlamentoda altı milletvekili ile temsil edilmesinde ortaya çıkıyor. Bundan daha önemlisi ise genel oylarda yaşadığı düşüş. İktidar partisinin, 2011 seçimlerinde %60’a kadar düşen oylarını bugün %70’e çıkarması, muhalefet partisi liderlerinin üzerinde düşünmesi gereken bir konu. Oysa muhalefet 2011’deki çıkışıyla, geniş kesimlere ada siyasetinde ‘iki partili’ sisteme geçilebileceği sinyalini vermişti. Bu seçim, Çin’den başlayarak, aralarında Singapur’un da olduğu bölge ülkelerinde yaşanan ekonomik daralmanın Singapur halkının siyasi kararında bir etkisi olmadığı sonucunu doğuruyor. O zaman PAP’ı yeniden güçlü bir konuma taşıyan faktörler neydi diye sormak gerekiyor. Bunlardan ilki Lee Kuan Yew (LKW) faktörü; ikincisi de, hükümetin 2011 sonrası uygulamaya koyduğu politikalardır.
Kuşkusuz ki bu seçim, geçen Mart ayında vefat eden ülkenin kurucu babası, İngilizlerin özerk yönetim hakkı tanıdığı 1959’dan bu yana ülkeyi yöneten Halkın Eylem Partisi’nin (PAP) kurucusu ve 31 yıl başbakan olarak görev yapan LKY’ın gölgesinde yapıldı. Bununla, iki hususa vurgu yapmak istiyorum. İlki, genel seçimlerin normal şartlarda 2017’de yapılması gerekirken erkene alınmasının LKY’un vefatıyla doğan veya oluşturulan ortam. Buna bir de bu yıl ülkenin kuruluşunun ellinci yılı olmasının getirdiği bir diğer boyutu da eklemek gerekir. PAP, ülke siyasal yaşamında başat bir rol oynamakla birlikte, son seçimlerde oylarındaki tedrici düşüşün yol açtığı bir iç dirençten söz etmek mümkün. Başbakan Lee Hsion Loong ve hükümet açısından bu direncin gösterilebileceği en iyi zaman diliminin, verilen ‘erken seçim’ kararında ortaya çıktığı üzere, içinde bulunduğumuz yıl olduğu anlaşılıyor. Mart’tan bu yana LKY kimliği üzerinde inşa edilen ‘Singapur ulusalcılığı ve kalkınmacılığı’ olgusu ile küçük bir ada ülkesi olmaklığa rağmen, yarım asra varan siyasi bağımsızlık bu direnişin saç ayaklarını oluşturuyor. Yukarıda da ifade ettiğim üzere, iktidar partisinin seçimden genel oylarını artırarak çıkması, kimi yorumcuların da ileri sürdüğü üzere Singapurluların “LKY faktörüyle” hareket ettiklerini ortaya koyuyor.
İkinci faktör, yani PAP hükümetinin 2011 seçimleri sonrasında, muhalefetin aldığı oyun temsil gücüne yansımamasına rağmen, doğurduğu siyasi ve toplumsal baskı karşısında geri çekilme değil, aksine muhalefetin görüşlerini hayata geçirmeye matuf politikalar izleme becerisini hayata geçirmesi oldu. Bu noktada, 2011’de neler yaşandığını hatırlayalım. O dönem, parlamentodaki 87 milletvekilliğinden 80’ini PAP kazanmasına rağmen, İşçi Partisi’nin (İP) 7 milletvekilliği kazanması epeyce bir ses getirmiş ve İP lideri Low Thia Khiang bir zafer edasıyla sahneye çıkmıştı. İP, o seçimlerde bir seçim bölgesindeki tüm milletvekillerini kazanmasıyla destekçileri nezdinde güven kazanırken, iktidar çevrelerini de, yeni bir siyasi muhalefet olgusuna karşı politikalar geliştirme zorunluluğuyla karşı karşıya bırakmıştı.
2011 seçimlerinin ardından Ada ülkesinin öne çıkan sorunları konut açığı, yüksek yaşam standardı ile zengin-fakir arasında doğan uçurum, eğitim ve göçmen işçilerdi. PAP’ın, seçim öncesi politikalarında değişikliğe gitmesini salt İP’nin parlamentodaki sadece 7 milletvekilinin varlığına bağlamak yanlış. Burada hükümet üzerinde, önemli bir toplumsal baskının hissedildiğini vurgulamak gerekir. Ortaya çıkan bu baskı, hükümeti geri çekilmeye değil, bu toplumsal sorunlar üzerine muhalefetin kurguladığı şekilde politikalar üreterek gitmek oldu. Seçim sonrasında İP genel başkanının “Hükümet politikalarında U dönüşü yaptı” açıklaması, bunu en veciz bir şekilde ortaya koyuyor. Bu bağlamda, son beş yıla bakıldığında, ülke muhalefetinin oylarında bir azalma görülse de, genel siyaset anlamında yapıcı muhalefet rolü oynayarak hükümete yol gösterdiği söylenebilir.
Bu noktada, LKY faktörü üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Çünkü bugün halen Singapur siyasetinde belirleyici bir rol oynuyor. Normal şartlarda 2017 yılında yapılması beklenen genel seçimlerin iki yıl önceye alınmasının 1959 yılından bu yana ülkeyi yöneten PPP hükümeti açısından makul bir sesebi var. O da, geçen Mart ayında ülkenin ve partinin kurucu babası LKY’ın vefatıyla ortaya çıkan Singapur ulusalcılığı bağlamındaki gelişmeler. Neredeyse hayatının son dönemine kadar ülke siyasetinde etkinliği hissedilen LKY, Ada siyasetinin ayrışmaz bir parçası haline geldi. Batı’nın, özellikle 1980’lerden itibaren gelişme gösteren ve neredeyse tüm dünyada etkisi hissedilen liberal demokratik değerlere ‘Asyalılık değerleri’ ile karşılık veren bir lider olduğunu hatırlayalım. Batılılaşmış üçüncü dünyalılar arasında ‘Asyalılığın’ bir tür aşağılık kompleksi gibi algılanmasının önüne geçecek yeni bir formülasyon olarak değerlendirilebilecek bir potansiyeli içinde taşıyordu. Araştırmaya konu alacak denli geniş bir alan olan ‘Asyalılık değerleri’nin, Batı’nın özgürlükler noktasındaki çıkışlarını dizginleyen yönüyle öne çıktığı da bir gerçek. LKY’ın, Batılı yazarların ‘otoriter/diktatör’ minvalli eleştirilerine kulak asmadan, geliştirdiği ‘teknokratik otoriterleşme’ olarak adlandırılan sistem, yarım yüzyılı aşkın bir süredir Ada siyasetine yaşam vermeye devam ediyor. 2011 seçimlerinin ve de LKY’ın vefatının ardından, bölge ülkelerinin bazılarında görülen çoğulcu siyasetin toplumsal karşılığının Singapur’da da bir yeri olur mu sorusu da şimdilik rafa kalkmış oldu. Geçen haftaki seçimler de kurduğu partinin Ada siyasetinin yakın gelecek için yegâne aktör olduğunu ortaya koyuyor. Avustralyalı siyaset bilimci Michael Barr’ın ifadesiyle söyleyecek olursak, Singapur halkının kahir ekseriyeti özgürlükler bağlamına yakınlaşması değil, aksine maddi kazanımları koruma yollu bir seçenek üzerinde durdukları görülüyor.
Bununla birlikte LKY’ın Ada toplumunda düzenli ve disiplinli bir toplum yaşamının  tesisinin de bununla bağlantılı bir yanı var. Bu noktada LKY’u bir siyasi hareketin lideri olmaksının ötesinde, bir ideolog olarak ortaya koymak yanlış olmayacaktır. Ekonomik kalkınma, sol/sosyalist bir gençlik döneminin ardından, Ada’nın ekonomik kalkınması ve siyasi bağımsızlığını hangi temeller üzerine bina edeceğine sıra geldiğinde asli köklerine, yani Çin bağlamına oturtulacak bir ‘etik’ söyleme yöneldiği, yönelmek zorunda kaldığı görülür. Ailevi bağlar etrafında bir toplumsal düzen inşasının öne çıktığı ve bunun siyasi ayağını PAP’ın oynadığı yapılaştırıcı bir figür.
İşin ekonomi boyutuna gelince, defaatle dile getirdiğimiz üzere, Ada ekonomisinin bir mucize olarak algılanmamalı. Aksine bir başka Ada ülkesi İngiliz Krallığı’nın Avrupa tecrübesini, 1819’dan itibaren Güneydoğu Asya’nın tam ortasındaki bu Ada’da uygulamaya geçirmesinin tarihsel bir yönlendiriciliği oldu. Dönemsel çatışmalar, sosyal ve kültürel dengeler vs. gibi unsurlarla bu ekonomik yapının aşındırılabileceği gibi yönelimlerden de söz edilse de, Singapur tabiri caizse ‘raydan’ hiç çık/artıl/madı.
Niçin bunları zikrettiğime gelince... Ada’da erken seçim, oluşan bu yapıyı sürdürebilir kılma adına LKY sonrası geçiş dönemini en az zararla geçiştirmenin bir yolu olarak gündeme geldi. İşçi Partisi kadar, irili ufaklı sivil örgütlenmeler ve bunların siyaset alanına yansıyan yaklaşımlarının Singapur kurulu düzeni üzerinde beklenmedik tesirleri şüphesiz ki sürekli gündemde oldu. Daha Singapur’un Malaya Federasyonu ile kuruluş sürecindeki başat ideolojik çatışmalarda izlendiği üzere, Ada küçük de olsa, dinamik bir Çin nüfusunun kendi içindeki etnik-dilsel ayrışmasının da getirdiği bir ideolojik kamplaşmanın mücadelesine tanık olunmuştu. O dönemin liderlerinin çocukları ve torunları bugün PAP ve İP ile diğer alternatif sivil-politik yapılaşmalar içinde yer alıyorlar.
Ada ülkesinin kurucu babası LKY’ın vefatının ardından yapılan seçimler mevcut sisteme verilmiş bir onay anlamı taşıyor. 2011 yılında yapılan seçimde İşçi Partisi’nin serilediği görece başarı karşısında, LKY hayal kırıklığını ifade etmekten çekinmemiş ve kurduğu sistemin Singapur için en iyisi olduğunda ısrar etmişti. LKY hayatta olsaydı, ‘Ben size söylemiştim. Değil mi?’ yönlü bir yaklaşım sergileyeceğinden kimsenin kuşkusu yok.

Selasa, 07 April 2015

Lee Kuan Yew’ın Yeni Bir Ulus İnşasında Dil Olgusu / The Phenomenon of Language In the Process of A Nation-State Building of Lee Kuan Yew

Mehmet Özay                                                                                                                   7 Nisan 2015 

Dünyanın sayılı gelişmiş ülkeleri arasında yer alan Singapur Cumhuriyeti’nde Lee Kuan Yew’ın -kimilerince yadırgansa da- ‘kurucu baba’ sıfatını taşımasını haklı kılacak gerekçelerin başında onun ‘dil’ olgusu üzerinden sosyal-ekonomik dönüşümü plânlamış olması gelir. Bu bağlamda LKY’ın dil eğitimi üzerinden nasıl bir toplum modeli oluşturduğuna değinmeden önce, onun bizatihi kendisinin bir eğitim alıcı olarak ne tür bir dönüşüme maruz kaldığına bakalım.

Tıpkı Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşayan Çin diasporasına mensup aileler gibi Lee Kuan Yew ailesi de, 19. yüzyılda Singapur Adası’nın gelişme istitadına konu olduğu dönemde bölgeye göç etti. Bu ailevi köken, onu temelde Çin kültür ve medeniyeti ve de siyasetine ilişkilendirme noktasında doğal bir argüman olarak ileri sürülebilir. Ancak unutmayalım ki, Singapur Adası’nda İngiliz sömürgeciliği ve ona eklemlenen çeşitli misyoner gruplarının eğitim politikaları ve de faaliyetlerinin biçimlendirdiği yepyeni bir sosyal çevrenin LKY üzerinde bıraktığı tesir yabana atılamayacak önemdedir. Burada LKY’ın çocukluk ve ilk gençlik yıllarında nasıl bir sosyo-kültürel yapılaşmaya konu olduğunu detaylı bir şekilde ele almak yerine, özetle onun gelecekteki uzun siyasi kariyerini de belirleyen İngilizce eğitimi ve bunun kamusal alana nasıl taşındığına dair bazı görüşleri paylaşacağım.

Güneydoğu Asya genelinde olduğu üzere Singapur’da da Çinli olmakla Konfüçyüscü bağlam ve atalar dininin bir özelliği olarak güçlü aile bağları, geleneksel değerlerin öne çıkartılması kadar ideolojik olarak komünizme meyyal bir algı oluşturur. Bu algı, hiç kuşku yok ki, erken dönemlerde göç eden Çinli kitlelerin, aradan geçen zaman zarfında yaşayan kalkınmacı hamleler neticesinde şu veya bu şekilde kapitalizme eklemlenmesi, sadece dini bağlılıklarını değil, ideolojik yapılaşmalarını da önemli değişimlere maruz bıraktığına kuşku yok. Bu sürecin değişime konu olmasında, ailelerin İngilizce sömürge yönetiminin eğitimi büyük ölçüde misyoner grupları inisiyatifinde yapılaştırma politikasına paralel olarak Çin kökenli ailelerinin, en azından bir bölümünün çocuklarını bu eğitim kurumlarına gönderdikleri görülür. Bunda hiç kuşku yok ki, bu yönelimin bir tür Batılılaşma iştiyakıyla değil, aksine göçmen olmanın getirdiği zorlukları aşmaya matuf ekonomik geçerlilik gibi son derece pragmatik bir eğilimin büyük rolü var. Tıpkı LKY’ın Ada’daki üç önemli etnik yapının dillerini ulusal dil babul etmekle birlikte, ‘idari ve iş dünyasının’ “ana dil”ini İngilizce yapmasındaki pragmatiklik gibi.[1]  Ancak bu eğitim sürecinin, kültürel değişimde başat rol oynadığı da bugün gelinen noktada kendini ortaya koyar.

Tabii, LKY özelinde konuşacak olursak, onun sıra dışı bir kişilik olduğunun ilk işaretlerinden birini ortaya koyan gelişme, ailesinin onu Çin okuluna göndermesine karşın daha küçük yaşta verdiği bir kararla ısrarla İngilizce eğitim yapan bir okula gitmek isteyişinde ortaya çıkar. Burada hemen, LKY’ın o küçük yaşta nasıl olup da böyle bir kararı verebildiği de üzerinde durulması gerektiğini söylemeliyim. Bu anlamda, parlak zekâsı, toplumsal çevresini anlama ve analiz etme yetisinin oldukça erken gelişmişliğine atıf yapabiliriz. Toplumsal ilişkilerin yanı başında, ‘İngilizce’ konuşan sömürge liderleri ve imtiyazlı ‘beyaz adam’ın farkını herhalde LKY erken teşhis olmalı. Onu içinde doğup geliştiği geleneksel Çin toplumunun ‘dar kalıplarını’ aşmasını sağlayacak ve böylece dünyaya açacak süreç bu ‘dil hamlesi’yle gerçekleşti. Profesyonel siyasetçiliği döneminde sarf ettiği “Bizim -yani Singapurluların- dünyayla bağlarını sağlayacak yegane araç dil. Bizi yönetmiş olan İngilizlerin giderken arkalarında ‘dillerini’ bırakmış olmaları bizim için büyük bir şans” demesi[2], bir anlamda daha erken çocukluk yıllarında yaptığı stratejik hamlenin bir açılımıdır.

İşte LKY, böylesi bir diaspora gerçekliği içinde eğitim sürecini bizzat kendisinin belirlediğine tanık olunur. Bu bağlamda, kuruluşunda İngiltere Krallığı vatandaşlarının rolünün olduğu İngilizce eğitim veren kurumda öğrenim görmekle, diaspora topraklarında Çin dil-kültür ve medeniyetinin başat taşıyıcısı konumundaki Mandarince eğitim veren bir kurumda öğrenim görmek arasındaki fark, LKY’ın bireysel tarihi kadar Ada’nın kuruluş ve bugüne kadar ki serüvenini de belirleyici kıldı. LKY’ın ilk öğretim süreçlerinin ardından üniversite yıllarında da İngiltere’nin ‘saygın’ yüksek öğretim kurumlarından Cambridge hukuk eğitimi alması, onu bir anda daha küçük yaşlarda ‘gözüne kestirdiği’ beyaz adam statüsüne çıkarmış olmalı! Eğitim süreçlerinin her bir basamağında LKY’ın dil-kültür eklemlenmesine bu iç-tanıklık boyutları, onun 1954 yılında “Demokratik Eylem Partisi”ni (PAP) kurması ve akabinde bu parti içerisinde Çince eğitim görenler ile İngilizce eğitim görenler arasında giderek kendini belirgin kılan kutuplaşma sürecinde siyasi bir boyut kazandı. Örneğin, partinin kuruluşunda rol alan İngilizce eğitim almış olanlar ile Çince eğitim almış olanlar arasındaki çekişme, sadece bir parti içi kamplaşma olarak kalmadı. Bu çerçevede Çince eğitim alanlar kategorisindeki Lim Chin Siong gibi önde gelen liderlerin, aynı zamanda onların ‘komünistlikle’ suçlanmaları, partiden ihraçları, sürekli polis gözetiminde yaşamaları, hapse düşmeleri vs. bir tesadüf değildi.

Yukarıda değinmiştim… Diaspora Çinlileri, genel bir ‘ön yargı’ olarak da kabul edilebilecek bir şekilde ‘komünizm’le ilişkilendirilmeleri, en azından bu siyasi ideolojiye eğilim gösterme oranlarındaki yükseklik söz konusudur. Bu politiko-kültürel ilişkiyi kıracak olguların başında dil-kültür değişimine yaslanmak geldiğine göre, İngilizce eğitim almış LKY hiçbir şekilde ‘komünizm’ ile bağdaştırılamayacak bir yer edinmiştir. Bu bireysel konumlanışı, aynı zamanda Ada’nın siyasi-sosyal-kültürel yapılaşmasına kadar taşıyacak bütüncül bir harekete geçiciri gücü içinde barındırıyordu.

Bu noktada, bağımsızlık sonrasında Ada’da eğitim politikaları, tıpkı diğer politikaların belirlenmesinde olduğu üzere, bizzat LKY’ın karar vericiliğinde yönlendirildi. İngilizlerin kurduğu Ada’nın ruhuna uygun bir şekilde Ada’nın geleceğe taşınmasında Çince -veya Malayca ile Tamilce eğitim veren kurumların değil, İngilizce eğitim veren kurumların öncellenmesini temel bir politika olarak belirledi. Bu minvalde, Ada nüfusunun kahir ekseriyetini Çin kökenlilerin oluşturmasından hareketle, Çin okullarını dönüştürücü politikalara örnek, Mandarince altı yıllık ilk öğretim sürecini dört yıla indirme plânını gösterebiliriz.[3] Aslında bunun ipuçları daha bağımsızlık öncesinde 1955 yılında, Çince eğitim veren okullar yerine İngilizce eğitim veren öğretim kurumlarının öncellenmesinin gündeme getirilmesinde ortaya çıktı.[4]Bundan amaç, aileleri ve de çocuklarını İngilizce eğitimin önemine ‘ikna ettirmek’ ve bilinçli ya da bilinçsiz olarak bu sürece eklemlemektir.
Peki bu süreçten ne nedeflenmiştir? Yukarıda bazı ipuçlarını vermiştik. Örneğin, geleneksel toplumun ‘sınırlarından’ çıkıp, kendini dünyaya açma, bir tür dil üzerinden modernleşmenin gerçekleşmesi. Ancak bu dil olgusu, değişim, modernleşmenin tümünün yegane hedefi ekonomik varsıllıkla kendi varlığını kanıtlamaktır. 

LKY, kendi çocukluk yıllarında başlattığı bu dönüşümü, ülkenin önde gelen siyasetçisi olarak tüm ulusa yayarken, çok-dilli/kültürlü/dinli bir toplumda bir ulus inşasının da payını ortaya koyuyordu. Tıpkı kendi çocukluğunda bizzat kendisinin verdiği kararı bu kez, tüm topluma enjekte ediyor ve ebeveynlere şöyle diyordu: “Ben hem ana dilinizi hem de İngilizce öğrenimi imkânını sizlere sundum. Gönüllü seçiminizle ve de piyasaların otuz yılı aşkın süre boyunca sunduğu ödüller sayesinde bugün İngilizce ana dilin önüne geçti.”[5] Tüm bu yaklaşımların ardından LKY’ın dil üzerinden hareketle çok dilli/dinli/kültürlü bir toplumda ulus bilincini inşa etmeyi başardığı söylenebilir. Ancak bu ‘yaratılan’ ulus, pragmatik kalkınmacılık uğruna araçsallaştırılmış bir ulustur. Temelde Singapur özelinde ortada bir sorun da bulunmamaktadır. Tıpkı 1819’da Thomas Stamford Raffles’ın başlattığı eğitim ‘hamlesi’ aradan geçen yüz elli yıllık sure sonrasında, bu sefer Lee Kuan Yew tarafından zamanın gereklerine uygun bir şekilde pratiğe geçirilmiştir. Güçlü lider LKY’ın bu dil ‘hamlesi’, Singapur Adası üzerinde yaşayan kitlenin ‘hayatta kalabilmesinin yegane’[6] şartını oluşturmasıyla da dikkat çeker.



[1]Shashi Jayakumar; Rahul Sagar. (ed.) (2015). The Big Ideas of Lee Kuan Yew, Singapore: Straits Times Press, s. 15.
[2]Lee Kuan Yew. (2013). One Man’s View of the World, Singapore: Straits Times Press, s. 73.
[3]Thum Ping Tjin. (2013). “Flesh and Bone Reunite As One Body’s: Singapore’s Chinese-Speaking and Their Perspective on Merger”, Poh Soo Kai, Tan Kok Fang; Hong Lysa. (ed). The 1963 Operation Coldstore in Singapore: Commemorating 50 Years, Petaling Jaya: Strategic Information and Research Development Center, s. 89.
[4]Hong Lysa. ( ). “Of Six-Day Weeks and 3-3 versus 4-2 Systems: Disciplining Teachers for the New State”, Poh Soo Kai, Tan Kok Fang; Hong Lysa. (ed). The 1963 Operation Coldstore in Singapore: Commemorating 50 Years, Petaling Jaya: Strategic Information and Research Development Center, s.125.
[5]Graham Allison; Robert D. Blackwill; Ali Wyne. (2013). Lee Kuan Yew: The Grand Master’s Insights on Chine, The United States, and the World, Cambridge: The MIT Press, s. 83.
[6]Graham Allison; Robert D. Blackwill; Ali Wyne. (2013). Lee Kuan Yew: The Grand Master’s Insights on Chine, The United States, and the World, Cambridge: The MIT Press, s. 11.

Jumat, 03 April 2015

Lee Kuan Yew ve Malezya’yla Birleşme Süreci / Lee Kuan Yew and The Merger Process with Malaysia

Mehmet Özay                                                                                                                     3 Nisan 2015

Lee Kuan Yew’in (LKY) vefatının ardından bazı değerlendirmeler yapmaya devam ediyoruz. Bu yazıda, LKY’nın Malezya ile olan bağlantısını ilk yıllarındaki özellikleri çerçevesinde ele alacağım. Bu anlamda, LKY’ı Malezya’ya bağlayan nedir sorusu sorarak başlayabiliriz. Kimileri için bu soru garip kaçabilir. Ancak Singapur Ada Devleti’nin kurucusunun Malezya’yla 1950’lilerde başlayan güçlü bir ilişkisi vardır. Bu ilişkinin ortaya çıkmasında birincisi coğrafi ikincisi de sömürge yönetimi olmak üzere iki unsurdan bahsedebiliriz. Malay Yarımadası’nın doğal bir uzantısı olan Singapur Adası’nın, tarih boyunca bu ana karadan bağımsız olmaması, LKY’ı hem bu coğrafyanın maddi değerlerine hem de insan stoğuna karşı kayda değer yapıcı-eleştirel bir bakış geliştirmesine neden olmuştur.

İkinci husus ise, hiç kuşku yok ki, Malay Yarımadası’nın 1786 yılında başlayan sömürgeleştirme sürecinde İngilizlerin oynadığı başat roldür. Bu iki antropolojik yapı, LKY’ı atalarının geldiği Çin’den ziyade bu topraklara ait hissetmesine ve burada kendi ‘dünyasını’ kurmasını sağladı. Bunun ötesinde, LKY’ı Malezya ile ilişkilendiren ise, 1946 yılında İngilizlerce ‘Crown Colony’ statüsü verilen Singapur Adası’nın bu statüyle var olmasının mümkün olmadığını görüp, kadim bağa, yani Malay Yarımadası’na siyasi eklemlenmeyi gündeme getirmesi oldu.[1] Bu yaklaşım, siyasi ve özellikle de ekonomik zorunlulukların bir sonucu da olsa, açıkcası tarih boyunca siyasi ve ekonomik anlamda büyük kopuşlara sahne olmamış Malay Yarımadası ve Singapur Adası ilişkisinin modern dönemde ulus devlet bağlamında yeniden ortaya çıkartılması düşüncesinin ürünüdür.

Tabii şimdi tüm bu bağlantılara bakıp ‘harika bir gelişme’ denilebilir. Ancak 1963’de başlayan birleşme, iki tarafın yani LKY ile dönemin Malay lider kadrosunun kan uyuşmazlığı neticesinde tüm büyük vaadlere rağmen, kısa sürede bir kopuşla sonuçlandı. Bu kopuşun izlerini takip ettiğimizde bir yanda LKY, öte yanda Malay liderleri suçu karşı tarafa atarken, acaba LKY’ın siyasi birleşmeyi Ada’nın İngilizlerden bağımsızlığını kazanmasında bir tür manivela aracı olarak kullanıp kullanmadığı da akla gelmiyor değil hani. Kurt politikacı LKY, yukarıda zikredilen tarihsel ve ekonomik nedenlerle elbette Malay Yarımadası’nın zengin kaynaklarına, insan iş gücüne ihtiyaç duyuyordu. Kaldı ki, bu iki temel şart ve yeni dönemin getirdiği gerek ‘komünistlerin etkin varlığı’[2] ve gerekse ‘güvenlik’ bağlamında[3], bağımsızlık sonrasında Singapur’un karşısına, aynı zamanda bir tehdit olarak çıkarken, bir yandan da nasıl bir Singapur inşa edileceğinin ipuçlarını veriyordu.[4]Ancak ihtiyaç duymadığı bir şey vardı ki, o da ‘ultra Malay milliyetçilerinin’ modern “Maleyza Federasyonu”nu sadece ‘Malay ırkına mensup olanlara hasredecek siyasi angajmanlarıydı. Ki bu angajman, Dr. Mahathir Muhammed döneminde giderek ivme kazanırken, bugüne kadar bir devamlılık arz ettiği de gözlemlenmektedir.[5] LKY, bu angajmanlara ‘evet’ demesi halinde Ada’yı sıkışıp kalmış bir tür ‘Robinson Cruose’dan farksız olacağını sezmiş olmalı. 

Bu noktada, Malayların ‘Müslüman’ olmasından ve de kardeşlik hislerinin depreşmesinden hareketle “Evet. Ne var ki bunda. Elbette böyle davranacaklar” minvalli yaklaşımları olabilir. Ancak burada Malayların İslamiyetle bağları kadar, 1511 yılından 30 Ağustos 1957 tarihine kadar sürmüş sömürgecilik tarihleri ve bu sürecin özellikle de, İngiliz Doğu Hint Sömürge yönetiminin 1786 yılında Penang Adası’ndan başlattıkları ‘İngiliz çıkartması’nın ürettiği korkuyu göz ardı edenlerin büyük yanılgı içinde oldukları unutmamalı. Bu hususun, bir başka yazı konusu olduğunu hatırlatarak şimdilik bu kadarla bir hatırlatmayla iktifa edeyim.

16 Eylül 1963 - 9 Ağustos 1965 yılları arasında, sadece iki yıl süren siyasi birliktelik sürecinde, ülkenin doğal etnik dağılımında çoğunluğu oluşturmakla birlikte ultra Malay milliyetçi liderlerin ‘Malay’ odaklı sosyal-siyasal ve de ekonomik yaklaşımlarına eleştirel yaklaşan ve Malay milliyetçilerinin ileri ileri sürdüğü ve pratiğe geçirme yolunda azimle çalıştığı bir ‘Malay Malezya’sı değil, aksine ülkenin doğal etnik mozayiğini bir arada tutmanın olmazsa olmazı siyasi bir çıkış olarak, ülkenin tüm etnik gruplarını bir potada eritmenin siyasi karşılığı olarak ‘Malezyalı Malezya’ kavramı üzerinde ulusal gündemi belirleme çabası sergiledi.[6] Ülkenin kurucu yapısı olarak öne çıkan “Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu” (UMNO) adlı partinin ülke siyasetinde belirleyiciliği ve milliyetçilik damarını alabildiğince harekete geçirebileceği bir Malay kitlesinin -ki bu Malay kitlesinin bugüne kadar geçirdiği modernleşme süreçlerine rağmen, kahir ekseriyetiyle UMNO siyasasından özgürleştirilebildiğini söylemek güç- varlığı LKY’nin hiç de öyle istediği gibi ‘aşık atabileceği’ bir siyasi zemin sağlamadı. Ve bunun sonucunda ‘ayrılma kararı’ kaçınılmaz bir sonu olarak gündeme geldi. Tabii bu noktada, LKY’nin o gün ısrarla altını çizdiği ve Malezya Federasyonu’nu oluşturan halkların ‘ulusal birlikteliğini’ öncelleyen ‘Melazyalı Malezya’ kavramsallaştırmasının, bugün Malezya’daki etnik-dini-siyasi haklar çerçevesindeki yalpalamalar dikkate alındığında, haklılık payının ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bunun bir tür sağlaması ise, bugün hem Ada’ya hem de Malay Yarımadası’ndaki sosyo-politik şekillenişte ortaya çıkar.

1965 yılındaki ayrılışın ardından bağımsızlık sürecini ‘yeni bir ulus’, yani ‘Singapur’ inşasına adayan -ki bu düşüncesi daha 2. Dünya Savaşı sonrasında İngilizlerin yeniden Ada’ya çıkmalarından itibaren çoktan geliştiğini söylemek mümkün-[7] ve bunu etnik milliyetçilik üzerinden değil, aksine ortak vatandaşlık olgusundan hareketle gerçekleştiren LKY’nın politikaları karşısında, bugün Malezya Federasyonu’nun ultra Malay milliyetçi kadrolarının ayrıştırıcı politikaları, sözde tüm ekonomik kazanımlara rağmen, ülkede yaşanan huzursuzlukların temellerinden birini oluşturmaya devam ediyor. Bu ayrıştırıcı politikaların, salt ‘Malay Müslümanlarına’ hasredilmiş sosyo-ekonomik politikaların ürünü olmadığı, belki de bunun çok daha ötesinde kimilerince sözde Müslüman ve Üçüncü Dünya ülkelerine model olarak sunmaya çalışılan Malezya Federasyonu’nda başta yargı sistemi olmak üzere[8]şeffaf devlet, adil yönetim, yasaların üstünlüğü, etkin ve verimli yönetim, etnik ve dini haklar, yolsuzlukla mücadele gibi modern devlet nimazının olmazsa olmazlarında ne kadar başarılı olup olmadığının da soruşturulması gerekmektedir. 

Tabii bu noktada Dr. Mahathir Muhammed’in “Bağımsız Malezya’da yasalar herkese eşit şekilde uygulanmaktadır” dese de,[9] Malezya gerçeklerine az da olsa vakıf olanların tanık olduğu üzere, ortada soyut yasal ve prosedürel tasarımların varlığına karşın, eksikliği hissedilen olgu bu değerlerin pratiğe geçirilemeyişidir. LKY, bu noktada iyi bir yönetim nedir sorusuna verdiği bir cevapda, “hükümetlerin sorumluluğu sağlıklı kararlar alıp, bunları sağlam ve istikrarlı bir şekilde uygulamaktır” der.[10] Bu vecheden bakıldığında Singapur Cumhuriyeti ile Malezya Federasyonu’nun bugün geldiği noktayı değerlendirmek mümkün.




[1]Geoff Wade. (2013). “Operation Coldstore: A Key Event in the Creation of Modern Singapore”, Poh Soo Kai, Tan Kok Fang; Hong Lysa. (ed). The 1963 Operation Coldstore in Singapore: Commemorating 50 Years, Petaling Jaya: Strategic Information and Research Development Center, s. 29.
[2]Geoff Wade. (2013). “Operation Coldstore: A Key Event in the Creation of Modern Singapore”, Poh Soo Kai, Tan Kok Fang; Hong Lysa. (ed). The 1963 Operation Coldstore in Singapore: Commemorating 50 Years, Petaling Jaya: Strategic Information and Research Development Center, s. 19.
[3]Lee Kuan Yew.  (2014). The Battle For Merger, Singapore: Straits Times Press, s. xvii.
[4]Graham Allison; Robert D. Blackwill; Ali Wyne. (2013). Lee Kuan Yew: The Grand Master’s Insights on Chine, The United States, and the World, Cambridge: The MIT Press, s. 82.
[5]Andrew Willford. (2013). “Every Indian is Burning Inside”, Bridget Welsh; James U. H. Chin. (ed). Awakening: The Abdullah Badawi Years in Malaysia, Petaling Jaya: Strategic Information and Research Development Center, s. 215.
[6]Lee Kuan Yew. (2013). One Man’s View of the World, Singapore: Straits Times Press, s. 159.
[7]Lee Kuan Yew. (2014). The Battle For Merger, Singapore: Straits Times Press, s. 10-11.
[8]Sudhir Thomas Vadaketh. (2012). Floating On A Malayan Breeze: Travels in Malaysia and Singapore, Hong Kong: Hong Kong University Press, s. 107.
[9]Mahathir Mohamad. (2011). A Doctor In the House: The Memoirs of Tun Dr. Mahathir Mohamad, Petaling Jaya: MPH Publishing, s. 559.
[10]Graham Allison; Robert D. Blackwill; Ali Wyne. (2013). Lee Kuan Yew: The Grand Master’s Insights on Chine, The United States, and the World, Cambridge: The MIT Press, s. 112.

Senin, 30 Maret 2015

Lee Kuan Yew’i Eğitim Bağlamında Düşünmek /LKY In the Context of Education

Mehmet Özay                                                                                                                  30 Mart 2013

Lee Kuan Yew’in vefatı sonrasında hakkında daha çok konuşulacağını, daha da önemlisi akademik araştırmalara konu olacağını söylemiştim. Bu noktada bazı görüşleri paylaşmaya devam edelim. LKY’nin ülke idaresinde, bir tür eğitimci olarak da değerlendirilmeyi hak edecek düşünceleri ve icraatları olduğu konusunda bazı hususlara değinmekte fayda var. Hiç kuşku yok ki, küçük bir Ada’yı ulus-devlet nizamına taşıması dolayısıyla, 20. yüzyılın önemli devlet adamları listesinde adına yer verilecek bir liderden bahsediyoruz. Bu bağlamda, döneminin önde gelen devlet adamlarıyla etkileşimi, dostluğu onun ‘dikkate alınan’ bir Asyalı lider olduğunun kanıtıdır. Vefatının ardından Singapur’da bir hafta süren törenlere katılan 91 yaşındaki Henry Kissenger, “Yakın dostumdu. Ondan çok şey öğrendim” demesi, sadece Singapurluların gönlünü almak için söylenmiş bir söz değil. Hukukun üstünlüğü, yolsuzluğun kökünün kazınması, etkin ve verimli bir yönetim, kamu sektöründe meritokrasinin hakimiyeti gibi kavram ve uygulamaları ciddi manada gündeme taşıyan ve uygulamaya geçiren[1]LKY’a onu tanıyan ülke liderlerinde siyasi meşruiyeti kadar, sözü dinlenir bir ‘dost ta’ kazandırdı.

Bununla birlikte, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu kimi ülkelerde LKY’nin tanındığını ve öneminin anlaşılabildiğini söylemek güç. Bu noktada eleştirimizi çekinmeden paylaşalım. Acaba Türkiye’nin sadece siyasi ilişkiler bağlamında değil, akademisyeni, araştırmacısı, habercisi, köşe yazarı vb. unsurlarıyla da Malay Yarımadası ve tarihde Doğu Hint Takımadaları adıyla anılmış topraklarda 20. yüzyılda siyasi varlık kazanmış yapılarla ne kadar ilişkisi var ki, Malay Yarımadası’nın doğal bir uzantısı ve onsuz anılamayacak bir Ada olan Singapur’u ve de onun kurucu liderini anlama çabası sergilenebilsin. Bununla birlikte, Singapur Adası’nı dünyada öne çıkaran hususun ultra-gelişmişlik düzeyi olduğu açıkça görülüyor. Ancak bu gelişmişlik ‘sendromu’, ne Ada’yı ve üzerinde yaşayan halkları ne de LKY gibi bir lideri anlamaya yetiyor, aksine bu anlama çabasının önünde bir engel teşkil ediyor. Bu noktada, Ada’nın ekonomik kalkınmışlığının gökten zembille inmediği, bu gerçekliği yüzeysel bir şekilde tekrar etmenin ötesinde, onu bu noktaya taşıyan unsurları dikkate almak gerekir. Tam da burada LKY’nin, bir cümlesini hatırlatmakta fayda var: “Bir ulus, sadece üzerinde yükseldiği coğrafyanın genişliğiyle büyük bir ülke değildir. Toplumsal bağın güçlülüğü, halkının disiplini ve liderlerinin kalitesi ülkeleri büyük yapar.”[2]

Bu kısa değerlendirmenin ardından, Ada’da sıra dışı bir sistem oluşturulmasındaki katkılarıyla dikkat çeken isim olan LKY’nin siyaset felsefesi ve sosyolojisi gibi alanlarda incelemelere konu olmasının ötesinde, acaba onu bir eğitimci olarak anlayabilir ve analiz edebilir miyiz diye sormakta fayda var. LKY’nin güçlü liderliğinde Çin’den taşınan kültürel bir özellik olarak, ataerkil kökleri güçlü bir ‘baba’ duruşu vardır. Bu duruş, Ada’yı yönetirken, sanki bütün vatandaşları mutlak anlamda koruması altına alması gereken ‘yavruları’ mesabesinde görür. Ada’da en küçük bir hareketin nasıl kontrol altına alındığını LKY’nin yönetiminde, gündelik yaşamın en detay alanlarına yani bir apartmanda komşuları rahatsız etmemenin sağlanmasından, Ada’da sakız çiğnenmemesine kadar bir dizi ‘kurallar bütünü’ bağlamında görmek mümkün. Bu duruş, son derece iddialı bir yaklaşım olarak, herkes adına ‘en iyiyi düşünmenin’ getirdiği bir sonuçtur. Bunun faydası da yok değil. Hani Singapur’a yolu düşenlerin ‘çok düzenlisinden çok temizine’ kadar vurgulayageldikleri sosyal ve doğal çevre ile bürokratik alan nimazı dudak uçurtacak düzeyde değil mi?

Ada ve Ada üzerinde yaşayan farklı etnik-dini yapılara mensup kitleler, sömürge döneminin uzantısı parçalanmışlıklar vb. olgular dikkate alındığında LKY’nin bir toplum inşasına soyunduğu aşikârdır. Bu inşa, genel anlamıyla bakıldığında ırk-din-dil farkı gözetmeksizin Ada sakinlerini bir ‘potada eritmek’ için girişilen bir ‘eğitim’ faaliyetidir aynı zamanda. Bu eğitim işinde ne denli başarılı olduğunun kıyası, Malay Yarımadası yani bugünke Malezya Federasyonu’nun ana karada yükselen bölümünde yaşam süren Müslüman Malay toplumu ile Singapur Adası’nın %15’lik bölümünü oluşturan Malay Müslümanların gündelik yaşam pratiklerindeki duruşları arasındaki farkta görmek mümkün. Ada’da disipline, çalışmaya, okumaya, rekabete, değerler bütününe sarılmaya, temizliğe, saygıya dayalı yaklaşımlar ne kadar gelişmiş ise, tüm imkân ve kaynaklara rağmen Malay Yarımadası’ndaki bu ve benzeri alanlarda bir türlü eşiğin geçilememiş olmanın sancısı karşımıza çıkar.

Temelde uzun soluklu bir uğraş olan bir toplum inşası, örneğin Ada’nın kapladığı alanın küçüklüğü ve üzerinde yaşam süren kitlenin nüfusu bağlamında bir ‘mikro’ toplum niteliği taşıması gibi bazı somut gerekçelerle Ada toplumunun inşasının, orta büyüklükte bir ülkede sağlanabileceğinden çok daha kısa sürede sonuçlanabildi. LYK’nin Ada’da eğitim işine başlaması, daha bağımsızlık öncesinde Ada’nın siyasi geleceğinin komünizm mi, demokratik sosyalizm mi olacağı tartışmaları sırasında ortaya çıkar. 1950’li yılların şartları dikkate alındığında komünizm yanlılarının tıpkı Endonezya gibi Singapur’da da kayda değer bir gücü temsil ettiği görülür.[3]Buna karşın, LKY Ada gerçekliğinin böylesi bir siyasi geleceğe olanak tanımadığını ifade ederek, bunun nedenleri derinlemesine anlatmak suretiyle geniş kitlelere bir siyaset eğitimi verir. Bunu, ‘Malaya gerçekliği’ olarak adlandırmak da mümkün. Bu noktada, LKY’nin gündeminde Çinli-Hintli-Malay nüfusun birlikteliği ve bu toplumsal unsurlardan meczedilmiş bir ulus-devlet kurma düşüncesi vardır.[4]

1965’de bağımsızlığın kazanılmasının hemen ardından ise, LKY’nin önündeki zorluk her biri kendi dil-din ve kültürel geleneklerine bağlı ve bundan ferâgat etme niyetinde olmayan Çinli çoğunluk ile Hint-Malay azınlık kitlelerinin bir siyasal yapılaşma kadar, belki de en az bunun kadar önemli, kimi bağlamlarda belki de bundan da fazla önem taşıyacak şekilde eğitim olgusuyla bağlantılı olduğunu ileri sürebiliriz. Malezya Federasyonu’ndan ayrıldıktan sonra gözlerini Ada toplumuna çevirdiğinde LKY’nin önünde ‘toplumsal birlik’ duygusunu yeşertecek olguların azlığı, onu öncelikle toplumsal birlik duygusunu kabataslak bir ifadeyle üç farklı toplumsal grubun üzerinde bir ‘dil’ ile, yani İngilizceyle sağlama düşüncesi öne çıkar. Aslen Çin kökenli olmasına, Ada halkının %60’ı gibi yüksek bir oranının farklı alt-etnik gruplardan da olsa Çin kökenlilerin teşkil etmesine rağmen, Mandarincenin ana dil kabul edilmesi taraftarı olmadı. Adayı az çok tanımış olanlar hemen itiraz edip Mandarince-Malayca-Tamilce-İngilizce’nin dördünün de ulusal dil olduğunu söyleyip itiraz moduna geçebilirler. Ancak unutmalayım ki, LKY, İngilizceyi kamu yapılaşmasının tüm alanlarında öncelemesi, bunu pekiştirecek politikalarla bunda süreklilik kazandırması kayda değerdir.

İngilizceye bahşedilen bu ‘payenin’ LKY nezdindeki rasyonalitesi ise, Ada’nın daha 1819 yılında kuruluşundan itibaren bir uluslararası ticarette transit özellik taşıyan bir ‘nokta’ olması gibi çok pragmatik bir nedene dayanır. LKY, azınlık-çoğunluk kitlelerinin ‘ana dil’ noktasında duygusal ve rasyonel itirazlarına verdiği cevap hep şu olmuştur. “Alın size Mandarince-Malayca-Tamilce eğitim yapan okullar. Ancak unutmayın ki, bu okullardan mezun olup, İngilizceye hakim olmadan Ada’nın ekonomik ve yönetim sahalarında varlık sürmeniz mümkün değildir.” İşte bu duruş, özellikle geniş Çin kitleleri arasında olumlu karşılık bulması İngilizce’yi toplumsal hayatın odağına taşırken, bir yandan da geniş kitleleri eğitim kurumlarında ana dillerini öğrenebilecekleri imkânları oluşturmak suretiyle bir manevi tatmin sürecini de harekete geçirmiştir. Bugünden bakıldığında LKY’nin bu eğitim politikasının başarılı olduğunu ve de hemen yanı başındaki Malezya Federasyonu’nun halen İngilizce mi-Malayca mı ikileminden kurtulamamış olması ve bu durumun doğurduğu sosyo-ekonomik kırılganlıklar içerisinde boğulmuşluğu ortaya koyar. Malezya’nın bu durumuyla ilgili olarak LKY zaten, “Bu dil politikasıyla olmaz diye ben onlara söylemiştim” der bir eserinde.

Her ne kadar, Singapurlu bir akademisyenin, “Biz Singapurlular düşünmek ve görüşlerimizi ortaya koymak üzere eğitilmeyiz”[5]derken, ülke eğitim anlayışının hangi alanda odaklandığını ortaya koyduğu ifade edilebilir. Bununla birlikte, LKY’nin görüşlerine bakıldığında bu akademisyenin duruşuyla çelişmeyecek bir yönü olduğu da görülür. LKY’nin eğitimi son derece pragmatik ve kısa sürede sonuca yansıyacak bir yapılaşmaya tabi tutması, liberal demokrasinin hakim olduğu kimi Batılı ülkelerdeki özgürlükler noktasındaki yaklaşımların Ada’da eğitim sektöründe ortaya çıkmaması doğaldı. Bu noktada, LKY’nin eğitim kurumlarını Ada’yı çevreleyen yakın/uzak siyasi ‘tehdit’ algılarının üstesinden gelecek  pragmatik bir araç konumunda görerek yapılaştırdığını unutmayalım.



[1]Graham Allison; Robert D. Blackwill; Ali Wyne. (2013). Lee Kuan Yew: The Grand Master’s Insights on Chine, The United States, and the World, Cambridge: The MIT Press, s. 108.
[2]Graham Allison; Robert D. Blackwill; Ali Wyne. (2013). Lee Kuan Yew: The Grand Master’s Insights on Chine, The United States, and the World, Cambridge: The MIT Press, s. 115.
[3]Shashi Jayakumar; Rahul Sagar. (ed.) (2015). The Big Ideas of Lee Kuan Yew, Singapore: Straits Times Press, s. 11.
[4]Lee Kuan Yew. The Battle For Merger, Singapore: Straits Times Press, s. 18.
[5]Sudhir Thomas Vadaketh. (2012). Floating On A Malayan Breeze: Travels in Malaysia and Singapore, Hong Kong: Hong Kong University Press, s. 9.