Senin, 31 Agustus 2015

Malezya: Bir yanda Bağımsızlık Günü, Diğer Yanda Protestolar / Malaysia: While Celebrates Independence Day, Demonstrations Go On

Mehmet Özay                                                                                                               31 Ağustos 2015

 

Modern dönemde Malay toplumlarını temsil makamındaki ülkeler arasında önemli bir yeri olduğuna kuşku olmayan Malezya Monarşisi, 58 yaşında. Bununla birlikte, son dönemde skandal üstüne skandalla sarsılan Malezya’da, son dönemde yaşanan siyasi ve buna eklemlenen ekonomik -veya hangisinin diğerinin önünde yer aldığı pek de belli olmayan- kriz(ler), 30 Ağustos’daki bağımsızlık günü kutlamalarının buruk geçmesine neden oldu. Gelişmelerin ekonomik boyutuna bakılacak olursa, Malezya ulusal ekonomisiyle sınırlı olmayan bölgesel gelişmeler dikkat çekiyor. Çin’de başlayan ve neredeyse tüm Doğu ve Güneydoğu Asya borsalarını etkileyen düşüş, en çok Kuala Lumpur Borsası’nda tesirini gösteriyor. Zaten bir yılı aşkın bir süredir Dolar karşısında sürekli değer yitiren Ringgit de %24’lük kayıpla son on yedi yılın en düşük seviyesinde. Özellikle Merkez Bankası başkanı Zeti Akhtar’ın 1997-98 Güneydoğu Asya mali krizi sonrasında kayda değer yapıcı rolüne güvenenler, şu ana kadar umduklarını bulabilmiş değiller. Bu dış etkenli gelişme kadar, neredeyse bir yılı aşkın süredir ülke siyasetinde başat konu olmayı sürdüren ‘1 Malezya Kalkınma Fonu’yla (1MDB) ilgili gelişmeler de işin cabası.

Bu bağlamda, Zeti Akhtar’ın da içinde yer aldığı belirtilen fonla ilgili icraatlar, sadece ekonomi alanıyla kalmayıp, hükümete olan güven kaybına neden oluyor. Bu gelişmelerin tam da odağında yer alan Zeti Akhtar’ın hem Ringgit’in düşüşü hem de 1MDB fonunun şeffaf yönetime kavuşturulması noktasında bir ekonomik çözüm paketi ortaya koyup koymayacağı da şimdilik pek ümitvar gözükmüyor. Oysa Malezya 1970’lerden başlayarak ekonomik modernleşmenin öncü ülkelerinden biri olarak, hem adına İslam ülkeleri denilen coğrafyaya hem de üçüncü dünya ülkelerine örnek gösteriliyordu. Kuşkusuz ki, bu örnekliğin ele alınabilecek tarafları olabileceği de yadsınamaz. Ancak Malezya örneğinde nasıl bir kalkınma sürecine konu olduğu da, bugün 58. yılına girmiş olan Malezya Federasyonu’nun İngiliz sömürgeciliği bağlamından da yoksun tutulamıyor. Bu noktada, bağımsızlığa giden sürece ve akabindeki gelişmelere kısaca göz atmakta fayda var. Çünkü bu süreç, bugün giderek ağırlığını hissettiren siyasal ve de ekonomik sorunların da anlaşılması noktasında önem taşıyor.

30 Ağustos 1957 tarihinde dönemin Malay lideri Tunku Abdul Rahman’ın ‘Bağımsızlık’ı ilânı Yarımada’da büyük bir memnuniyet vesile olmuştu. Bu bağımsızlığın öne çıkan özelliklerinden biri, İngiltere Krallığı ile yapılan görüşmelerin ardından bağımsızlığın ‘masa başında’ kazanılmasıydı. Bağımsızlık ‘tek kurşun’ atılmadan kazanılsa da, sürecin sancısız olduğunu, herhangi bir sömürge karşıtlığı mücadelesinin gündeme gelmediğini söylemek mümkün değil. Bugün ülkenin Monarşik Parlamenter sistemle idare edilmesinin elbette ki, tarihsel kökenleri var. Daha İngilizlerin 1786 yılında Penang Adası’na çıkmasından önce, Yarımada’da eyaletler şeklinde varlık süren sultanlık rejimleri, İngilizlerin gelişiyle varlığını kendilerine bahşedilen bir egemenlik alanı olarak “din ve gelenek” sınırlarında “kontrollü’ bir şekilde sürdürmeye başladı. İngiliz sömürge yönetiminin o günlerde, belki konjonktürel olarak gelişigüzel verdiği bu karar, aradan geçen sürede siyasi bir yapılaşmanın zeminini oluşturdu. Ve Bağımsızlık sonrasında da bu yapı devam etti.

Bununla birlikte, modern Malezya’da iki devlet kurulduğunu hatırlatalım. Bunlardan ilki yukarıda dile getirlien 1957 süreciyken ikincisi 1963’dür. Bir anlamda, 1957 yılı Malaya Federasyonu bitmemiş bir proje intabı uyandırmış ve bu süreç bir başka siyasi eklemlenmeye zemin hazırlamıştı. Kuşkusuz ki, bir yandan dönemin Soğuk Savaş yılları olduğu, öte yandan özellikle de, 1949’dan itibaren Güneydoğu ve Doğu Asya’da yeni bir güç merkezi olarak Japonya’nın yerine Çin’in çıkmakta oluşu, Batılı eski sömürgeci güçlerin gözünden kaçmadı. Kendi haline terk edilemeyecek kadar dünya hammadde ticaretinde ve deniz ticaret yollarında başat rol oynayan bölgeler, başta Singapur olmak üzere Borneo Adası gibi coğrafyalar dün oldukları gibi 20. yüzyıl ikinci çeyreğinde de ‘korunmaya’ muhtaçtı. Ve birer ‘üs’ olarak varlıklarını Batı ile oldukça yakın temasta sürdürmeleri gerekiyordu.
Bu minvalde, küresel siyasi yapının karar süreci, tarihsel olarak birbirinden koparılması pek de mümkün olmayan, Güney Çin Denizi’nin Batı ve Doğu yakaları nihayetinde 16 Eylül 1963 tarihinde Malezya Federasyonu adıyla yeni bir devlet haline geldi. Çinli nüfusun ağırlıkta olduğu Singapur Adası’nı ve Malay ırkı alt gruplarını oluşturan çeşitli yerli kabilelerin yaşam sürdüğü Borneo Adası’ndaki Sabah ve Saravak bölgelerinin birleşimiyle ‘Malezya ulusu’ doğmuş oldu.

Dünün “İngiliz Malaya’sı” böylece ‘Malezya Federasyonu’ adıyla, dokuzu geleneksel yönetim bölgeleri olan sultanlık, dördü özel valilerle yönetilen bölgeler olmak üzere on üç eyaletten müteşekkil bir siyasi yapıya büründü. Bu yeni devletin siyasi yapısı, Monarşik parlamenter sistem olarak belirlenirken, dünyada kendi özgü bir monarşik yapıya da ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Federal Sultan olarak adlandırılabilecek üs siyasi kurum, geleneksel dokuz sultan arasından her beş yılda bir rutin bir atamayla görev bir sultana teslim edilirken, diğer dört ‘valinin’ bu süreçte kayda değer bir rolünden bahsetmek mümkün değil.

Siyasete ve ekonomiye karışmaları anayasal olarak sınırlandırılmış olan Sultanlar tıpkı ‘dün’ olduğu gibi ‘din’ ve ‘geleneğin’ koruyucusu sıfatını sürdürüyor. Herhangi bir siyasi angajmanı olmamakla birlikte, Malay toplum yapısında ‘sultan’ın yeri var oluşsal bir öneme sahip. Bu anlamda, Malay halkı, ‘sultanla’, sultan da ‘halkla’ neredeyse kopmaz bir bağla bağlıdır. Tabii burada dokuz sultan olduğu vurgusunu bir kez daha gündeme getirmekle, aslında Yarımada’da modern anlamda ‘Malay Birliği’nin bağımsızlık sonrası bir ürün olduğu da ifade edilebilir.
Bu ağır ‘Malay’ tonuna rağmen, gerek klasik Sultanlıkların egemen olduğu eyaletlerde, gerekse Sabah ve Saravak’da yerli halklar arasında çok farklı etnik/dini yapıların varlığı da bir realite. Bu çoğul yapılaşmanın, dünden tevarüs eden bir toplum yapılaşmasının devamı mahiyetinde olduğu ve ülke yönetim tabakalarında belirleyici rol alamayacakları toplumsal sözleşme kadar, anayasada da karşılığını bulur. Bu nedenledir ki, 1963 yılında Malezya Federasyonu’na katılan Singapur, bu sisteme sadece iki yıl ‘tahammül’ edebildi ve akabinde 1965’de bağımsızlığını ilân ederek Federasyon’dan ayrıldı. Singapur’un bu sistemden kopuşunda, siyasal temsiliyet ve yönetim paylaşımı gibi hususlarda ortak bir kanaatin hasıl olmayışıdır.

Bu sosyo-siyasal oluşumun bir başka ifadesi, Malezya Federasyonu’nun yarım yüzyılı aşkın siyasi varlığında Birleşik Ulusal Malay Organizasyonu (UMNO) adıyla 1946 yılında kurulan Malay etnik temelli siyasetine dayalı ‘partinin’ başat rol oynadığı bir hükümetler zinciri ülkeyi idare etmesinde ortaya çıkar. Bü süreçte, Müslüman Malay  halkının yukarıda kısmen değindiğim antropolojik gerçekliği ile modern dönemin çok değişkenli toplumsal ve siyasal taleplerinin çatışması dönem dönem kendini ortaya koyar. Sadece Malay Müslümanların değil, Yarımada’daki Çin ve Hint kökenliler ile Borneo Adası’ndaki çeşitli etnik azınlıkların tesis ettiği ‘siyasi partiler’ ve diğer ‘sivil oluşumlar’, bu gizli/açık toplumsal bölünmüşlüğü temsil makamındadırlar. Bu çerçevede, söz konusu bu çatışmanın bir ayağını Singapur’un ayrılışı oluştururken, bir diğerini 13 Mayıs 1969’da başlayan anarşi olaylarıdır.

İşte bu nokta, ulusal birliğin UMNO çatışı altında, güçlü bir siyasi koalisyon ile devam ettirilme niyetiyle, değişen şartların doğurduğu komplike sosyo-siyasal taleplerin siyasi alanda ne türden yansıma bulacağı arasında zaman zaman çatışma boyutuna varan bir nitelik sergiler. Enteresan bir nokta olarak 1950’lilere yaklaşıldığında, dönemin Malay lideri Dato Onn bin Cafer’in bu siyasi sorunu öngörmüş ve kurucusu olduğu UMNO’yu çok etnikli bir siyasi partiye dönüştürme düşüncesi gündeme gelmiş olsa da, süreç Dato Onn’un partiden ayrılmasına yerine, UMNO ‘kurucu idealini’ devam ettireceğine kanaat getirilen Tunku Abdul Rahman’ın atanmasıyla devam etti.

Yarım asır, bir milletin yaşamında pek de uzun bir süre sayılmaz. Malezya Federasyonu, 1970’lerden itibaren ekonomik modernleşme süreçlerindeki ‘başarısına’ rağmen, çok dinli-etnikli toplumsal kompozisyonunda ortak değerler ve hedefleri oluşturup oluşturamadığının hesabını kolaylıkla yapabilir. Bu noktada ortada kayda değer bir sorun olup olmadığı ise, dün gerçekleştirilen bağımsızlık kutlamalarından bir gün önce on binlerce Malezyalının başkent Kuala Lumpur’da ‘reform’ çağrısını içeren gösterisinden okumak mümkün. Enteresandır bu gösteriye, ülkenin kurucu babaları sınıflamasına dahil edilen Dr. Mahathir Muhammed’in katılmasıysa, geniş siyasi ve toplumsal kesimlerde nasıl bir talep olduğuna dair bir ipucu veriyor olsa gerek. Dr. Mahathir, her ne kadar UMNO’dan vazgeçmiş değilse de, uzun bir süredir muhalefetin UMNO iktidarına karşı çıktığı noktada aynı yaklaşıma ulaşmış durumda. O da, siyasi ve ekonomi yönetiminin şeffaflıktan uzak oluşu; hesap verilebilirlik, noktasında bürokrasiden hükümet organlarına kadar kaygı verici bir vurdumduymazlığın sür git devam edişidir.

Yukarıda dile getirilen ve ekonomik modernleşmesiyle modellik statüsü bahşedilen bir ülkenin bugün, önce iç piyasalar, ardından da dış piyasaların ülke ekonomisine yönelik güveni yitirmesinde kuşkusuz ki, 1MDB’de bir türlü sonuçlandırılamayan yolsuzluk iddialarının payı küçümsenmemeli. Hele hele bu fonun Başbakan Necib bin Razak’ın başında olduğu bir kurulca, genel anlamda şeffaflıktan uzak yönetimi, buna ilâve olarak para akışlarındaki gizlilik ve bu meblağın en azından bir bölümünün Başbakan’ın banka hesaplarına aktarıldığı iddiaları haberi son dönemde yaşanan ekonomik skandalların başında geliyor. Söz konusu fon çerçevesinde bunca gürültü patırtının çıkmasında, Başbakan’ın aynı zamanda Maliye Bakanı olmasının da bir rolü olsa gerek...

Başbakan’ın hesabına aktarılan meblağ konusunda açılan soruşturmalar ve kamuoyu baskısı “Para halkın parası değil, Arap ülkelerinin ‘yardımı’” veya “Halkım için kendi hesabıma aktardım” türü söylemlerin neşet etmesine neden oldu. Ancak şeffaflığın temel değerlerden biri kabul edildiği demokratik yönetimlerde böylesi demeçlerin bir karşılığı bulunmuyor. ‘Arap yardımının’ İŞİD’le mücadele için Malezya’ya aktarılması kadar, 2013 seçimlerinde ‘uygun şekilde kullanılıp kullanılmadığı iddiaları, Başbakan’ın hesabındaki meblağın bir süre sonra Singapur’da bir başka hesaba devri ile İsviçre ve Singapur bankalarının para transferindeki rolüne dair ilgili ülkelerce yapılan soruşturmalar birbirini izliyor. Bu iddiaların tam da ortasında İç İşleri Bakanı ve Başbakan yardımcılığına atanan Ahmed Zahid Hamidi’nin, bu paranın bir Arap ailenin UMNO’nun 2013 seçimlerini kazanması ve sünni inancın savunucusu olması nedeniyle verildiğine tanık olduğunu söylemesiyse, sadece hükümeti değil, devlet egemenliğiyle ilgili başlı başına problemli bir durum ortaya koyuyor.

 

Kaldı ki, bu fonla ilgili Başbakan ve Merkez Bankası başkanının da içinde olduğu yetkililer hakkında yürütülen soruşturmaların kilit isimlerinin “işlerine son verilmesi de” siyasi istikrarsızlığa ancak “körük olma” işlevi gördü ve görmeye devam ediyor. Öyle ki, tam bir ay önce Başbakan Necib bin Razak, “1 Malezya Kalkınma Fonu’yla ilgili gerçeklerin açıklanması” çağrısını yüksek sesle dile getiren yardımcısı ve Milli Eğitim Bakanı Muhyiddin Yasin’i görevden aldı. Böylece 1998 yılında Enver İbrahim’den sonra görevden alınan ikinci Başbakan yardımcısı olarak tarihe geçti.

 

Sadece hükümet içinde değil, söz konusu fonu araştırmakla yükümlü kurumlardaki üst düzey bürokratların da yerlerinden olması ekonomi yönetiminden öte anlamlar ifade ediyor. Bu sürecin gelip dayandığı nokta ise, muhalefet kadar iktidar ve UMNO çevrelerinden kişi ve grupların da, parlamentoda Başbakan’a güven oyu oturumunun yapılması çağrısında birleşiyor olmasıdır. Nisan/Mayıs aylarında yapılması plânlanan UMNO genel kurulunun Sonbahar’a ertelenmesi, UMNO içerisinde hoşnutsuzların ikna seanslarına alınması olarak yorumlanıyor. Bu süreçte başı çeken ise kurt politikacı Dr. Mahathir Muhammed. Devlette işlerin nasıl yürü/tül/düğünü herkesden daha iyi bilen Dr. Mahathir, sürekli yeni iddialarla ve sorularla Başbakanı köşeye sıkıştırmaya ve dolayısıyla gündemi belirlemeye devam ederken, Başbakan’la arasında açılan ‘makas’, onu giderek daha çok muhalefet çevreleriyle ortak hareket etmeye sevkediyor. Zaten Cumartesi günkü gösterilere iştiraki de bunun en somut göstergesiydi.

 

Ekonomi ve siyasi çevrelerde bunlar olup biterken, acaba ülkenin ‘sultanları’ ne karşılık veriyor bu gelişmelere diye sorası geliyor insanın. Bunu sorarken, bu ‘liderlerin’ bugün üstlendikleri rolün, daha bağımsızlık sürecinde kendilerine biçilen rolden bağımsız olmadığı da ortada. Bu noktada da, gene Cohor Sultanı’ndan başkasının sesi gür çıkmıyor. Daha geçen gün, Sultan İbrahim, “yasalara göre bu gibi konularda sınırlarımı biliyorum, ancak halkımın (gene burada vurgunun ‘Cohor halkı’ olduğu hatırlanmalı) sıkıntılarına da çözüm bulmak vazifem” minvalinde bir açıklamayla Putrajaya’daki gelişmelerden hiç de memnun olmadığını bir kez daha dile getirdi. Sultanlar demişken... Anayasaya göre, Başbakan’ın görevine son verecek girişim, ancak “ulusal sultan”ın elinde. Ancak bugüne kadar Sultan Abdülhalim Şah’dan bir demeç sadır olmuş değil.

 

Model ülke Malezya’da son iki seçimdir muhalefetin önemli bir siyasi çıkış yapması ve bunun halk nezdinde kabul bulması, hükümet üzerinde bir baskı unsuru oldu ve olmaya devam ediyor. Bu gelişme, ülkede çatışmacı ortamı körüklerken, hükümetin tepkisi muhalefeti temsil eden sivil kesimleri etkileyecek şekilde geri döndü. Hükümet/UMNO çevrelerinin bu yöndeki siyasi stratejilerini herhalde en nazik ifadeyle ‘siyasi kıskançlık’ veya ‘siyasi böbürlenme’ olarak yorumlamak mümkünse de, geniş toplum kesimleri nezdinde kaybedilen güvenin UMNO’nun siyasi varoluş sorununa dönüştüğünü söylemek bile mümkün. Çünkü UMNO’nun salt sıradan bir siyasi hareket değil, aksine ‘Malay ırkının-sultanın ve Malay dilinin’ hamisi olmak gibi yüce bir ideal etrafında örüntülenmesi gerçeğini her an akılda tutmak gerekir.

 

Son dönemde yaşanan bu siyasal gelişmenin kaynağı ise gene UMNO içerisinde yaşanan dinamiklerin değişmesinden kaynaklanıyor. 1990’ların sonlarında, Enver İbrahim’in Başbakan yardımcılığının yanı sıra, partiden de ihracı ve hapsedilmesine konu olan kırılmalar, akabinde güçlü bir ‘reform hareketinin’ doğmasına yol açtı. Değişen siyasi iklim nedeniyle, ‘temiz yönetim-temiz toplum’ sloganı, özellikle 2000’li yılların başından bu yana siyasal ve toplumsal yaşamının odağındaki yer almaya devam ediyor.

 

58 yıl gibi görece kısa modern siyasi tarihinde önemli bir kalkınma hamlesi gerçekleştirmiş bir ülke olan Malezya, bu süreçte başat gücünü omurgasını Birleşik Malay Ulusal Birliği’nin (UMNO) oluşturduğu bir siyasi yapının hakimiyetine konu olmasıyla dikkat çekiyor. Bununla birlikte, yukarıda özetle ifade edildiği üzere kalkınma olgusunun, geniş toplum kesimlerinin siyasi ve ekonomik haklarına ne denli katkı yaptığı yaşanan tüm bu gelişmelerden anlaşılabiliyor. Michael Liefer’ın 1960’lı yıllarda Malezya Federasyonu’nun kurulması sürecinde kaleme aldığı “Anglo American Differences Over Malaysia“ başlıklı makalede dile getirdiği üzere, bölgede istikrarın başat aktörlerinden biri olması arzu edilen Malezya epeyce bir süredir istikrarsızlıkla yüz yüze.

 


http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/339434/malezya-bir-yanda-bagimsizlik-gunu-diger-yanda-protestolar

Tidak ada komentar:

Posting Komentar