Rabu, 13 Juli 2016

Güney Çin Denizi’nde Yeni Dönem / A New Era for the South China Sea


Mehmet Özay                                                                                                             13 Temmuz 2016

Uluslararası Tahkim Mahkemesi, Güney Çin Denizi egemenlik hakları konusunda uzun süredir beklenen kararını nihayet 12 Temmuz’da açıkladı. Filipinler’in girişimiyle, yaklaşık 3.5 milyon kilometrekarelik Güney Çin Denizi’nin yüzde doksanlık bölümünde hak iddia eden Çin’e karşı açılan dava, Çin’in aleyhine sonuçlandı. Mahkemenin verdiği kararın en dikkat çekici iki yönü, Çin’in bu denizlerde geçmişte hakimiyet kurduğu teziyle, bu denizde ‘hususi ekonomik bölge’ oluşumuna yol açacak adaların varlığı argümanını reddetmesiydi. Öteden beri Çin hükümetinin ne açılan davayı ne de mahkemenin vereceği kararı tanıyacağı yollu açıklamalara rağmen, karar gündeme damgasını vurdu. Çin yönetiminden gelen ilk açıklamalarda vurgu, kararın ‘asılsız’ temeller üzerine bina edildiği yönünde. Mahkemenin Çin’in geniş bir su havzasını  kaplayan egemenlik söylemini reddeden kararına rağmen, davacı ülke konumundaki Filipinler’de memnuniyetle karşılansa da bir bayram havasının estiğini söylemek mümkün değil. Hükümetin konuya temkinli yaklaştığı gözleniyor. Öte yandan, bu karar, öncelikle Filipinler ile Çin bağlamanın ötesinde bir anlam ifade ediyor. Bu anlamda, Güney Çin Denizi’ne komşu diğer dört ülke ile, bu su yolunun küresel ticaret, güvenlik ve jeo-stratejik öneminden ötürü, başta ABD olmak üzere Batı çıkarlarıyla hareket eden bölgedeki Avustralya, Japonya gibi diğer ülkeleri de konuyu yakından takip ediyor.

Sorunun Farklı Boyutları
Mahkeme sürecine konu olan Güney Çin Denizi anlaşmazlığının birkaç kayalık, adacıktan öte bir karşılığı var. Bu noktada Çin ile komşuları kadar ABD ve diğer ulusları bu anlaşmazlık hususunda söz söylemeye sevk eden unsurların tarihi, ekonomik, siyasi alanlarıyla öne çıkıyor ve bu bağlamda komplike bir durum arz ediyor. Bu komplike durumun neye tekabül ettiğini ana başlıklar halinde yazacak olursak şu hususları gündeme getirmek gekerir. Çin’in hak iddiasının temelinde yaklaşık beş yüz yıl, kimi açıklamalarda daha da geçmişe uzanan ‘tarih’ referans; 2. Dünya Savaşı sonrasının belirsizliklerle dolu küresel siyasetinde boşluktan istifadeyle oluşturduğu ‘teritoryal genişle/t/me stratejisi’ ve son otuz yılda sergilediği ekonomik kalkınmanın zorlamasıyla küresel güç unsuru olgusu ve bunun kaçınılmaz olarak bölgesel hegemonya çabaları bulunuyor. Buna ilâve olarak, 1970’li yıllardan bu yana bölgede deniz altı petrol v edoğal gaz rezervlerine dair bilgilerin gündeme gelmesi; on üye ülkeli ASEAN’ın ‘birlik’ ruhunun bölgesel ve küresel politikalara yön verebilecek bir siyasi oryantasyon sağlayamaması; 1982 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Deniz Yasası Sözleşmesi (UNCLOS); ABD’nin 21. yüzyıl Asya Çağı projesi; küresel çapta dikkat çeken gelişmekte olan on üç ülkeden dokuzunun Doğu ve Güneydoğu Asya sınırlarında bulunuşu; Güney Çin Denizi’nin küresel ticaretin 5.3 trilyon gibi devasa bir ekonomik boyutuna konu olması. Mahkeme kararının tüm bu sorunları çözdüğünü söylemek mümkün değilse de, konuya taraf ülkelerin önüne uluslararası ilişkilerde yeni bir mecra ve dönem açıyor.

Bu süreçte, projeksiyonların Çin’e çevrilmesinde Çin’in konuya çelişkili yaklaşımının etkisi var. Örneğin, Çin yönetiminin teritoryal hak meselesinde en önemli argümanı ‘tarihe’ referans iken, aynı zamanda uluslararası yasa ve sözleşmeleri tanıyacağını açıklaması birbiriyle örtüşmediği aşikâr. Bu noktada, Çin yönetimi bir yandan ‘tarihi’ gerçekliği dikkat çekerken, öte yandan 1948 yılından bu yana geçerli olan ve hiç kuşku yok ki, önceki süreçlerle farklılaşan BM kararlarına gönderme yapıyor. Bir diğer husus, Çin bölgedeki adacıklar üzerine sivil ve askeri imkânlarını harekete geçirecek şekilde gerçekleştirdiği alt yapı yatırımlarına karşılık, bu yapılanmanın, deniz fenerleri bağlamında olduğu gibi, uluslararası denizcilik ve bölge ülkelerine faydasını vurgusudur.  

Bölgede Sınır Anlaşmazlıkları
Asya-Pasifik bölgesinde değişik ülkeler arasında ikili sınır anlaşmazlıklarının varlığı ve bundan mütevellit örneğin Tayland-Kamboçya arasında olduğu gibi zaman zaman yaşanan sınır çatışmaları veya Malezya-Tayland, Malezya-Singapur ve Endonezya-Doğu Timor arasında var olan anlaşmazlıklar öteden beri vakidir. Ancak özellikle son beş yılda, Güney Çin Denizi’ni çevreleyen altı ülkenin şu veya bu şekilde hak iddiasıyla bağlantılı durum gündeme damgasını vurmaya devam ediyor.

Filipinler’in 2013 yılına dayanan Uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne başvurusu bölge denizlerinde anlaşmazlıkta bir ilk olma özelliği taşıyordu. Filipinler’in bu çıkışını sadece bu ülke yönetiminin bir girişimi olarak değil, bu sürece destek veren ABD ve AB gibi Batılı ülke ve kurumların da varlığıyla birlikte ele almak gerekir. Öte yandan, Filipinler’in yanı sıra, kendisi gibi diğer üç ülkenin de üyesi olduğu ASEAN’ın ortak bir politik duruş sergileyememesi bölge ülkelerinin hem kendi aralarında, hem Çin hem de Batı ile ilişki kombinezonlarını ortaya koyuyor. Güney Çin Denizi egemenlik iddialarında adı sıklıkla geçen Vietnam, Malezya, Bruney’nin yanı sıra, Natuna Adaları özelinde son dönemde yaşananlar dikkate alındığında Endonezya’yı da eklemek gerekir.

Karar Sonrası Olası Gelişmeler
Mahkeme kararının Çin’in ‘canını sıktığına’ ve psikolojik bir tepki olarak bu devasa denizde hak iddiasına sıkı sıkıya bağlanacağına kuşku yok. Bu durumda, başta Filipinler olmak üzere bölge ülkelerinde bir hassasiyet oluştuğu ve bu durumun bir ‘provokasyona’ yol açıp açmayacağı konusunda bir endişeden bahsedilebilirse de, şu anki durum itibarıyla ortada ‘kaynayan bir kazandan da’ söz etmek mümkün değil. Yaklaşık son altı yıldır giderek ivme kazanan Güney Çin Denizi sorununda, tüm handikaplarına rağmen, ilk defa uluslararası bir karar ortaya çıktı. Bu gelişme, taraflara içinde barışçıl sürecin de bulunduğu yeni ‘pozisyon/lar’ almaya zorlayacaktır. Bunun ipuçlarını geçen birkaç ay içerisinde görmeye başladık. Öncelikle, Filipinler’de henüz yeni göreve başlayan başkan ve hükümet çevrelerinin, mahkeme sürecini başlatan bir önceki dönemden farklı bir uslüp ve yöntemi benimsemiş olduklarına tanık olunuyor. Ülke iç politikasında ‘şahin’ bir duruş sergileyen yeni başkan Rodrigo Duterte, ilk kabine toplantısında ‘hiç kimseyle çatışmak istemediklerini’ açıklaması, Çin’le ilişkileri masa başında halletmek istedikleri yönünde daha önceki söylemin devamı mahiyetindeydi. Duterte, ayrıca ABD’nin bölgedeki ilişkilere nüfuzunu eleştirmesiyle Çin’in bir anlamda gönlünü çelmeye çalışıyor.

Bu noktada, Filipinler’in bir ön adım kabul edilebilecek bu siyasi söyleminin, diğer bölge ülkelerini de kapsayacak şekilde bir ‘Asyalılık ruhuyla’ istikrarlı bir şekilde sürdürülüp sürdürülebileceği veya Filipinler’in bu argümanın hem Çin hem bölge ülkeleri üzerinde yapıcı bir faktör olup olmayacağını zaman gösterecek. Anlaşmazlığın temel nedeni olan bu suların jeo-politik özelliği kadar, su altı ve deniz ürünleri gibi ekonomik değerleri önem arz ediyor. Bu noktada, Duterte konuyu pragmatik bir yaklaşımla ele alarak bu değerlerin Çin’le paylaşımını gündeme taşıyor. Filipinler’de geliştirilmekte olan bu yeni yaklaşım, Çin yönetiminin söz konusu anlaşmazlıkta hiçbir şekilde üçüncü tarafın yaptırımlarına boyun eğmeyeceği ve konunun ilgili ülkelerle ikili görüşmelerle çözüme kavuşturulması konusundaki görüşü dikkate alındığında kısmen Çin’in arzu ettiği bir durum olduğu söylenebilir.

Çin Komşularını İkna Etmesi Gerekiyor
Filipinlerin gerek uluslararası tahkim mahkemesine başvurusu gerekse de yeni başkan ve hükümetle birlikte yukarıda dile getirilen görüşüyle Çin’in bir adım önünde gözüküyor. Çin yönetimi bu aşamada tarihe atıf yapan retoriği ve büyük devlet imajınının ötesinde somut ve yapıcı adım atması gerekiyor. Bu bağlamda, bölge ülkeleriyle ekonomi alanında son derece önemli ilişkileri olan Çin’in Filipinler’den başlayarak komşularını teritoryal hak meselesinde ikna etmesi gerekiyor. Bu, büyük bir devlet olma iddiasındaki Çin için, aynı zamanda bir sorumluluk anlamı taşıyor.

Asya Kaplanları ile başlayan ve diğer ülkelerin de benzer yolu izleyerek istikrarlı ekonomik kalkınma sürecine konu olmaları Çin’den bağımsız bir gelişme değil. Bu noktada, Çin’in 2014 yılı Mayıs ayında dev petrol sondaj platformunu Vietnam açıklarına taşımasıyla başlayan ve Vietnam kamuoyunda Çin karşıtlığına dönüşerek bazı Çin vatandaşlarının hayatını kaybetmesine ve ülkedeki Çin yatırımlarına yönelik saldırılara ve maddi zarar görmesine neden olan gösterileri bölgedeki hiçbir ülke tekrarlanmasını istemeyecektir. Bu noktada, bölge halklarının olası ‘milliyetçilik’ temelli çıkışlarını doğru kanallara yönlendirebilmekse hükümetlerin becerisine kalmış.

http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/guney-cin-denizi-nde-yeni-donem-/606775                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

Tidak ada komentar:

Posting Komentar