Kamis, 25 Juni 2015

Malezya Siyasetinde Sular Durulmuyor (I) / Political Hassles Not Settled Down in Malaysia (I)

Mehmet Özay                                                                                                              23 Haziran 2015

Malezya’da Başbakan Necib bin Razak yönetimine karşı muhalefet hareketi giderek genişleme gösterirken, hükümetin bu süreçte tatminkâr politikalar geliştirememesi ülke siyasal gündemini giderek daha da dar ve kaotik bir ortama evrilmesine neden oluyor. Muhalefet saflarını oluşturan ve 1999 yılından bugüne değin ülkede ‘reform’ hareketinin öncüsü konumundaki ‘Halk Cephesi Koalisyonu’ Enver İbrahim’in yeniden hapsedilmesi ve ardından Malezya İslam Partisi’nin (PAS) koalisyon ortaklarınca eleştirilere neden olan yaklaşımlarından sonra yeni bir safhaya evrilirken, Başbakan’ın kardeşi ve ülkenin en önemli finans kurumlarından biri olan CIMB Grubu Başkanı Nazri bin Razak yeni bir parti kurma çalışmalarına başlaması gündemde önemli bir yer işgal ediyor. Tüm muhalefet çeşitliliği içerisinde Malezya toplumunda geniş kesimler çıkış yolu ararken, bugünkü gelişmeleri sağlıklı bir yere oturtabilmek için yakın geçmişe kısaca bakmak gerekir. Necib bin Razak’ın Başbakanlık görevini 2009 yılı Nisan ayında Abdullah Badawi’den devralmasıyla, bir türlü gelmeyen ancak yeni bir umutla sarılınan ‘reform’ dalgasının ülkeyi saracağı yönünde bir intiba oluşmuştu.

Bu süreçte, bizzat Başbakan’ın ülkeye yeni bir çehre kazandırma amacı ve bu bağlamda siyasi meşruiyetini pekiştirme gayreti kadar, ulusal politikanın bir gereği olarak, ülkenin kalkınmış ülkeler sınıfına atlamasını hedefleyen “2020 Vizyonu”nu gerçekleştirmeye matuf bir çabanın da itici bir güç oluşturduğuna kuşku yok. Bununla birlikte, oy potansiyeli ve politikalarıyla hitap ettiği kesim bağlamında ağırlıklı olarak kırsal bölgelerde yaşayanları hedef alan ‘Birleşik Ulusal Malay Birliği’ (UMNO) önderliğindeki Ulusal Cephe hükümetinin muhalefetten ‘reform’ sözcüğünü ödünç almasının sembolik olarak ortaya koyduğu üzere, Başbakan yönünü artık kemikleşmiş kırsal seçmenden çok kimlikli/etnikli/dinli yapısıyla, farklı ve güncellenmeyi hak eden talepleriyle gündeme gelen şehirli seçmeni hedef aldı. 

Bir tür gelecek seçim yatırımı olarak düşünülebilecek olan bu yaklaşım, birbirine ‘dokunmayan’ toplumsal unsurlar arasında uzlaşmanın sağlanmasının da temelini oluşturmaya adaydı. Öyle ki, Başbakan’ın başta Çin ve Hint kökenliler olmak üzere ülkenin dört bir yanında etnik azınlık gruplarını da kapsayacak şekilde politikalar geliştirmesi, bu kitlelerin çeşitli etkinliklerine katılarak, toplumsal liderleriye ‘aynı karede’ yer alması bir tür iyimserlik havasının yayılmasını sağladı. Aslında ulusal siyasi arenada ve toplumsal çerçevesinde bu yönelim, sadece Başbakan Necib bin Razak için değil, UMNO için de aşılması gereken bir eşik anlamı taşıyordu.

Başbakan için bu yönelimin haklılaştırılması bir sonraki seçimi garanti altına almak kadar, yukarıda ifade ettiğim üzere, 2020 Vizyonu’na ulaşmada ihtiyaç duyulan toplumsal üretim güçlerinin en önünde yer alan Çinlileri bu hedefe kilitlemek ve bu bağlamda, yaklaşık elli yedi yıldır bir türlü arzu edilir bir düzeye ulaştırılamamış ‘ulus devlet’ bilincinin de giderek toplumda karşılık bulmasına matufdu. Bu yönelim çerçevesinde sokaktaki vatandaşın yakında hissedeceği açılım eğitim, sağlık ve dini kurumlara destek mahiyetinde ortaya konurken, üst yapıda iş çevrelerini yeni yatırımlar, başta bölgesel ve küresel gelişmelere paralel olarak yeni ekonomik hedeflerde aktif hale getirmekti. Necib bin Razak’ın bu çıkışında aslında ortada ‘keşfedilmiş’ bir durumdan söz etmek mümkün değil. Başbakan’ın yaptığı, 1999 yılından itibaren çok etnikli ve dinli toplumsal yapıda karşılık bularak, ülke siyasetinde gücünü giderek artıran ‘reform’ merkezli bir yönelim sergileyen muhalefetin ‘siyasi söylemini’ ödünç almaktan ibaretti.

Haddı zatında, Başbakan ve de tabii ki hükümetin, ilk birkaç yıldaki uygulamaları, yakın gelecekte pratiğe geçireği sözünü verdiği vaatleriyle doğru yolda olduğunun göstergelerini yakinen veriyordu. Ancak Başbakan’ın üstesinden gelmesi gereken, sadece yeni bir siyasal ve toplumsal düzen şemasıyla ortaya çıkan muhalefetin söylemini ödünç alarak bunu doğrudan halka yansıtma çabasını sergilemekle sınırlı değildi. Bunun ötesinde, belki de daha çok merkezden çevreye doğru hiyerarşik olarak yayılan UMNO kadrolarında, uzun yıllar iktidarda olmanın verdiği bir tür ‘güven’ ile, bu gücün kaybedileceğine dair bir tür ‘korku’nun ürettiği olumsuz tepkinin ipuçları da zamanla ortaya çıkmaya başlamasıyla baş etmesi gerekiyordu. Bu noktada, örneğin, Dr. Mahathir Muhammed gibi karizmatik bir liderlik profili ve bunun sağladığı ‘yönlendiricilikden’ ziyade, daha çok UMNO genel kurulunun ‘siyasi baskı’ mekanizması olarak da işlev gören desteğine bağımlı bir yapıya tabi olan Necib bin Razak’ın partisini ve de hükümeti ödünç aldığı söylemler çerçevesinde yönlendirmede ne kadar başarılı olduğunu kuşkuludur.

Özellikle yakın çevresinin tesirinde kalarak reform değerinde bir icraatta bulunmayışının karşılığını, 5 Mayıs 2013’de yapılan 13. Genel Seçimler’de şehirli seçmen kitlesi oylarını UMNO ve ittifak kurduğu Çin/Hint kökenli partilere vermeyerek ortaya koydu. Seçimin ‘resmi’ sonuçlarına göre Ulusal Cephe’nin iktidarını devam ettirmesi sonucu ortaya çıksa da, genel oyların %52’si muhalefet bloğunun oluşturduğu ‘Halk Cephesi’ koalisyonuna gitti. Bu bağlamda, 5 Mayıs, Başbakan için “ikiz kriz” sürecine başlangıç anlamı taşıyordu. Bir yanda, özellikle 1948 yılında sömürge döneminde çıkartılmış ve hükümete ve UMNO’ya muhalefet makamındaki parlamento üyeleri, gazeteciler, öğretim üyeleri, aktivistler gibi çok farklı kesimleri için ‘susturmaya’ matuf bir işlerlik kazandırılan ‘İsyana Teşvik Yasası’nı kaldırmayarak muhalefetin tepkisinin devam etmesine yol açarken; başta UMNO olmak üzere iktidar koalisyonu çevrelerinde kayda değer oy kaybının doğurduğu tedirginlik halinin ürettiği tepkisellik gün yüzüne çıkmaya başladı.


Bu gelişme karşısında, Başbakan’ın ve de hükümetin bu iki krizle mücadeleye nasıl karşılık verdiğine bakıldığında, ortada açıkçası içe kapanma denilebilecek ve gelenekselleşmiş politikalara dönüş dikkat çeker. Bu çerçevede, adına muhalefet denilen toplumsal kesimleri temsil makamındaki liderleri çeşitli manipülasyonlarla hedef alan ‘yıpratıcı’ politikalar izlenirken, iktidardaki UMNO ve müttefiki partileri ayakta tutan grupları ülkenin görece başat yatırım ortamından nemalandırma sürecine devam kararı çıktığını söylemek mümkün. İşte bu durum, Başbakan’ın 2009’da ülkeye yeni bir vizyon kazandırma amacıyla başlattığı değişim ve dönüşümü sürecinin nasıl tıkandığı ve bu bağlamda iktidar aygıtı içerisinde var olmayı devam ettirme adına UMNO’nun nasıl eski reflekslerine dönerek politikalar yapma seçeneğine mahkum olduğunu ortaya koyar.



Tidak ada komentar:

Posting Komentar