Kamis, 13 September 2012

Clinton’un Endonezya Ziyaretine Dair


Mehmet Özay                                                                                                                     6 Eylül 2011

Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton’un hafta başında Endonezya’ya yaptığı bir günlük ziyareti son dönemde ABD’li yetkililerin bölgeye yönelik üst düzey ziyaretlerinin devamı mahiyetinde okunmalı. Bu ziyaretin içeriğine değinmeden önce, ABD-Endonezya ilişkilerinin doğası hakkında birkaç cümle sarfedelim ve bu bağlamda kimi değişkenlere dikkat çekelim.

Örneğin, 2001’den sonra bölge üzerinde sözde “fundamentalist örgütler” bağlamında Endonezya’ya yönelik “yaptırımlar” ve “baskılar” şeklinde yürütülen politikalar, bugün yerini Çin ile artmakta olan eko-siyasal gelişmeler kadar, Güney Çin Denizi’ndeki adalar bağlamında giderek gündemde daha çok yer alan “hak iddiaları” ve bu minvalde Çin’e karşı blok oluşturma girişimlerine bırakmış görünüyor. İki ülke dışişleri politikalarını şekillendiren bu değişimin önem taşıdığını vurgulamalıyım. İlki doğrudan Endonezya ile sınırlı ve bu ülkede var olan terörle ilintilendirilen yapılanmaları kontrole yönelik tek yönlü bir evreden, bugün uluslararası gelişmeler çerçevesinde Endonezya’ya “partnerlik” rolünün verildiği çift-yönelimli bir ilişkiye evrilmiştir. Yeri gelmişken, Clinton’un bu ziyaretinin salt Endonezya ile sınırlı olmadığı aşikâr. Özellikle, Rusya’nın Vladivostok şehrinde yapılacak Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) toplantısı öncesine rastlayan ziyaret silsilesinde ilk ülkenin Endonezya olarak belirlenmesi önemli. Söz konusu ziyaretler silsilesinde her bir “durakta” hasıl olacak gelişmelerin veya kazanımların APEC zirvesinde gündemde yer edeceği kesin.

Elbette bu yönelim ve değişimde belirleyici unsurlar bağlamında Endonezya siyasetinin geçirdiği “iç evrim” kadar, ABD’nin özellikle Doğu ve Güneydoğu Asya’daki gelişmelere binaen Çin karşısında güçlü ittifaklar kurma çabası ağırlık kazanıyor. Endonezya’nın bu evrimi eski bir general yani, Susilo Bambang Yudhoyono marifetiyle diktatörlükten-demokrasiye uzanırken, ABD’nin daha İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren giderek dozunu artırarak Güneydoğu Asya’ya tutunma arzusu jeo-politik güç dengesi ve enerji kaynaklarına erişimle ilintili.

Pazartesi günkü ziyarete gelirsek... Bu ve benzeri ziyaretlerin yoğunluğu, ABD’nin bölgede varlığını giderek daha çok hissettirmesiyle paralellik arz ediyor. Elbette konu Endonezya olunca diğer bir dizi soruna da değinilmeli. Örneğin, Papua’da yaşanan gerilim, bir süredir düşük yoğunluklu da olsa varlığını hissettiren Ahmediyye ve Şia grupları ile kimi kiliselere yönelik ve “dini gruplar arasında çatışma havası” verildiği gözlemlenen gelişmeler başı çekiyor. Batılı özellikle de ABD’li üst düzey siyasetçilerin bu türden ziyaretleri öncesinde insan hakları dernekleri gibi sivil toplum kuruluşlarının yayınladığı raporlar ve politikacılara yaptığı çağrıları ABD yönetimince dikkate alındığı biliniyor. Bu sefer de aynısı oldu. Clinton, daha Cakarta’ya ayak basmadan Batılı sivil toplum kuruluşları Endonezya’da yaşanan yukarıda değindiğimiz gelişmelerden kimilerini gündeme getirmek suretiyle Yudhoyono ve hükümet nezdinde girişimler yapılması konusunda baskı aracı rolünü üstlendiler. Buna hakları var elbette... Clinton da üstüne düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirerek, Endonezyalı muadiline uygun bir dille söz konusu bu gelişmelerden duyulan kaygısını dile getirdi.

Öte yandan, özellikle Endonezya gibi ülkelerde baş gösteren mezhep, etnik vb. çatışmaların salt ilgili gruplar tarafından gerçekleştirilmediği, “fitilin” başkalarınca ateşlendiğini artık herkes biliyor olmalı... Bu konuda yapılan kimi akademik çalışmalarda, ülkede bir dizi siyasi ve ekonomik yolsuzlukları ört bas etme ve kamuoyunda ilgili dağıtma konusunda kimi kurumlarca kamüfle aracı olarak kullanıldığını görmek mümkün. Burada Papua konusunu ayrı ele almakta fayda var. Çünkü Papua’da yaşananlar insan hakları ihlallerinden öte anlam taşıyor... Papua ki, dünyanın en önemli yer altı zenginliklerine ve üretimin özelikle de Amerikalı şirketlerin kontrolünde yapıldığı bir bölge. Burada yaşananları salt Papualıların bağımsızlık veya otonom arzusu ile değil, doğal kaynaklardan elde edilen gelirden pay sahibi olan Endonezya polisi ve ordusu ile Amerikalı şirketlerin rolünü de unutmamak gerekir. Ancak enteresandır, ABD’li yetkililer veya insan hakları örgütleri yaşananları bu bağlamda ele almayı pek de tercih etmiyorlar. Herhalde, kaynaklar üzerinde devam eden taraflar arasında ‘soğuk savaş’ın neden olduğu yolsuzluklar zincirini takip etmek kolay olmasa gerek... 

Kaldı ki, Açe’de Barış Anlaşması’na rağmen, bu ve benzeri insan hakları ihlâllerini araştırma komisyonu ve mahkemeleri kurulmamışken, Papua gibi pek de destekçisi olmayan bir Eyalet’te olup bitenler karşısında Endonezya hükümetinden siyasi kararlılıkla meselenin üzerine gidip, yasaların gerektirdiğini yapmasını beklemek biraz saflık olur. Tabii Clinton’un üzerine düşen vazifeyi yerine getirerek, Papua da yaşanan insan hakları ihlalleriyle ilgili soruya, Endonezya makamlarının “şeffaf” yaklaşım sergilemeleri yönündeki beklentisini dile getirdi. Ancak Endonezya makamlarınca bunun herhangi bir yaptırım olarak algılanacağını düşünmüyoruz.

Peki Clinton, Endonezya Dış İşleri Bakanı Marty Natalegawa ile ne konuştu? Gündemin en önemli maddesi hiç kuşku yok ki, Güney Çin Denizi’deki adalar krizi. Bunun en önemli göstergesi Endonezya ziyaretinin akabinde soluğu Beijing’de alması oldu. Sürekli dile getirdiğimiz üzere Güney Çin Denizi’ndeki kriz, ASEAN’ı doğrudan etkileme gücüne sahip. Bu gücün pratikteki karşılığı da geçen Temmuz ayında Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’de yapılan ASEAN Dış İşleri Bakanları toplantısında ortaya çıkmıştı. Birliğin yarım yüzyıllık tarihinde ilk defa böylesine önemli bir toplantı sonunda sonuç bildirgesinin kaleme alınamamış olması, sadece birlik içerisinde değil, ABD’nin de içinde yer aldığı uluslararası çevrelerde de büyük bir şaşkınlığa yol açmıştı. Bunun temel nedeninin Çin ile Laos arasındaki yakın işbirliği olarak değerlendirilmesi, aslında ASEAN içindeki “birlik” söyleminin kırılganlığını da ortaya koymaya yetiyor. Bu bahsettiğimiz şaşkınlık bugün yerini endişeye bırakmış olmalı kı, Clinton yüksek sesle ABD’nin gelişmelere doğrudan taraf olmadığını söylese de, Endonezya ziyareti özelinde ortaya çıktığı üzere tarafsız kalamayacağını deklare etmiştir.

İşte bu nedenledir ki, Clinton’un Cakarta ziyaretinin ana konusu ASEAN’da ağabeylik rolü oynayan veya bu role soyunan Endonezya özelinde birliğin ayakları üzerinde güçlü bir şekilde durmasına yönelik destekti. Ve bu destek de geldi...  Özellikle Endonezya’nın malum adalar üzerinde hak iddia eden ülkeler arasında yer almaması, ABD’nin ‘kartlarını’ Endonezya üzerinde oynamasını kolaylaştırmışa benziyor. Endonezya yönetiminin de bu gelişmeden memnuniyet duymaması mümkün değil. Öteden beri, ABD ile ilişkileri önemseyen ve ülkenin iç dinamiklerinin imkân verdiği ölçüde “yandaşlık” kurma konusunda istekli davranan Endonezya’nın, ABD’nin Irak ve Afganistan sonrası Asya “çıkartmasında” bölge ülkelerine ne gibi rollerin biçileceğini okuyabiliyor olsa gerek. Bu noktada, söz konusu bu gelişmenin temellerinin 2010 yılında Endonezya-ABD Kapsamlı İşbirliği yapılanmasıyla atıldığını ve bu oluşumun yıllık forumlarla bölgesel ve küresel gelişmelere yönelik politikalar geliştirdiklerini hatırlatabiliriz.

ABD’nin Endonezya’dan bu talebi, ASEAN ülkelerini tek tek karşısına alma politikası güden Çin’e karşı bir hamle niteliği de taşıyor aynı zamanda.  Görece kendi içine kapalı bir yapı sergileyen ve genellikle ya ‘bağlantısız’ kalmayı yeğleyen veya iki kutuplu dünya ortasında “istikrarı” bir ‘sol’a bir ‘sağ’a yaslanmada bulan ASEAN’a üye ülkeler, ekonomik kalkınmaya odaklı politikalarla bugünlere geldiler. Ancak bugün gelinen noktada gelişmelerin de ortaya koyduğu üzere, ASEAN’nın da artık risk alma zamanı geldi. Bu risk yönetimi işinin de, sahip olduğu imkânlar dikkate alındığında, büyük ölçüde Endonezya’ya düştüğünü söyleyebiliriz. Kimi yazılarımızda dile getirdiğimiz üzere -şayet hayata geçirilme imkânı tanınacaksa- Çin-ABD Barışı’nın ASEAN’dan geçtiği yönündeki tezimizde durmaya devam ediyoruz.

Tidak ada komentar:

Posting Komentar